4 Aralık 2014 Perşembe

Fındığım

Fındık'la son iş günümde rastlaştık yoğurt kutusunda geldi , kendisinden genç sağlıklı birde kardeşi vardı o mahallemizce sahiplendirildi.
Fındık geldiğinde eve bitkindi yıkandı pirelerden temizlendi ve yemek yemeden 3 gün boyunca sadece uyudu . Odamda karşı yatağımda sessiz bir arkadaştı bana. Uyandığında ise doktor yolu gözüktü.
Mallemizin veterineri Ardıç dalı'na götürdüm. Ahmet bey eskiden beri sülalemizin doktoruydu.Fakat yanlış koyduğu teşhiş verdiği yanlış ilaçlar ile beni şok etti. Fındığın gözü yerinden çıkıcak durumuna geldi. Hergün rutin götürüyodum Fındığı son götürdüğm gün 'yemek yedimi?'dedi Ahmet bey 'elbette' dedi'dedim yemese imiş gözü dikicekmiş göz kapaklarından . Gözü almayı düşünmüş fakat çok ufak olduğu için narkozu kaldıramaz ölür diye alamazmış
'Yarın aç getir gözü dikelim' dedi ayrıldım sabah aç karnına baktım Fındığa bunu ona yapamazdım içime sinmemişti birşey. Fındığın resmini gören Reyhan hanım bana Murat şaroğlu'ndan bahsetti. 'Veteriner Göz merkezi koşuyolunda git 'dedi . Aradım randevusu alındı. Gitmeye bir gün kala kendini temizlerken gözünü kanattı ciddi bir kriz geçirdi. Sabahı sabah ettikten sonra yağmurlu bir salı günü yola düştük . Fındık toplu taşımada gözbebeği idi minibuste para konulan yerde kutusuyla bakınıyordu. Uzanan elleri koklayıp bana bakıyordu. Sarı dolmuşlar ise Fındığın bulunduğu kaptan dolayı çift kişilik para istendi.Tatsızlık çıkarmadım ama '5 kişi olmadan kalkmam' diyince ' e bir kişi yanımda' dememezlikte edemedim. Taksiler hiç almadı küfür ettim. Yoluda bulamadım 1.5 saat geç gittik . Bunca yorgunluğa rağmen sımsıcak yüzler karşıladı bizi. Ameliyat olucaklar , kontrole gelenler farklı farklı hikayeler vardı. Fındığa ameliyat tehşisi konuldu hemde hemen. 'gözü mü dikicek?, ama karnı tok nasıl ameliyat olur, masada kalmasın çok ufak' gibi sorularıma sabırla cevap verdiler Murat bey ve ekini .Fındık ameliyata hazırlanırken unuttuğum işin maddi kısmına geldi sıra. Ben söylemeden yapılan çok güzel bir indirimle ameliyat oldu Fındık.Yarı baygın kutusu ile geldi her saat ulaşabiliceğim bir telefonda verdiler. Panikliğimden ötürü çok sefer sorular, resimler yolladım anında cevap verdiler.Fındığın kafasında plastikten koruması ile yanımda yatması en zoruydu . En sevdiği şey boynumda yatmaktı ama koca plastiğe sarılıp yatıyordum . Üstelik yemek yiyip gelmişse mamadan bende nasipleniyordum. Yemeği kaşıkla yedirmeye çalışıyodum, suyu yüksek yerlere koyuyordum. Yüzü kaşındığında ayağıyla plastiği kaşıyordu hemen ben kaşıyordum yanaklarını ben kaşıdıkça oda ayakları ile plastiği kaşımaya devam ettiriyodu. Alışmıştık nerdeyse 1ayı geçmişti.Son kontrolde plastik çıkınca onun kadar bende  sevindim . O gün tok olmasaydı bambaşka olucaktı Fındığın hayatı . Reyhan hanıma , Murat bey'e ne desem ne yapsam az. 2 hafta sonra bir operasyona daha giricek Fındık . O zaman dahada yakışıklı olucak prensim . Kimseye güvenmeyin demiyorum ama doktor konusunda biraz dikkatli olmak şart imiş . Murat beyin bekleme salonunda çoğu hasta ilk kendi veterinerlerine gitmiş iş ilerleyince gittikleri doktorun tavsiyesi ile Murat bey'e gelmişlerdi. Baştan 'yapamıcaklarını'söyleseler bu insanları kaybetmezlerdi . Ama malesef bundan sonra 'Allah bir' dese bende inanmıcam Ahmet bey'e 
Bazı şeylerin dönüşü olmuyor hele sağlık konusunda . Bu kadar isim vererek yazmamın sebebi Ahmet bey'in başka hastalarada koyduğu yanlış tehşislerden dolayı kendimce bir ses duyurma
Bir doktorun ilk görevi ne olursa olsun kirayı nasıl çıkartırım olmamalıdır.lütfen gözünüzü açın. Fındık bile açtı

30 Kasım 2014 Pazar

Güvendiğin dağlara kar yağdı bende kaydım düştüm

Hayata bizi bağlayan insanlar vardır . Varlıkları bize güç verir . Hata yapsak bile bize kucak açıcak insanlardır, hiç bırakmıcaklardır öyle demişlerdir.
Bu sadece kendimize söylediğimiz koca bir yalanmış. Kurduğumuz senaryonun parçası gibi 
Hayatımızdan yaprak gibi dökülen giden insanlar. Onlar dönüp bize geldiğinde zamanla kuruyup üstüne bizim bastığımız  insanlar .
Hayat savaş alanı gibi silahsız üstelik bu daha tehlikeli değilmi?, kimden ne geliceği belli değil üstelik , hayatımızdaki herkes canlı bomba gibi geziniyor. Ne zaman patlıcakları nerden taralıcakları belli de değil. 
Ben bu sene 'can' dediğim ,beni bırakmaz dediğim, yatarken yastığıma , kalkarken aklıma koyduğum herkesden darbe yedim. 
İlk kez hayatı bencilce yaşamam gerektiğini öğrendim , 
Şu an tay tay yürüyorum hayata karşı 
Duyduklarım , yaşadıklarım cebimde yavaş yavaş kalkıyorum ayağa . Artık hayal bile kuramıyorum ben bu hayata 

26 Kasım 2014 Çarşamba

Benim sadık yarim kedidir kedi

Anlamadığım bir anda hayatıma girdi . Dokunmayı bırakın aynı odada kalamazken şimdi onlarsız birgün geçse özlüyorum.Arkadaşımın tatil için eve 'şakir''i bırakması işe başladı herşey. Dokunamadığım Şakir oda arkadaşım oldu. Bende kalması için yalvarmamla son buldu Şakir özgür ruhlu 'james dean' gibi yakışıklı onun gibi karekterliydi . Gençte kaybettim onu. Ardından İlyas,caki,sele,papyon,fındık ...misafir olanları babamın kasap olmasından dolayı mahallede baktıklarımı saymıyorum. Kedi bağımlılık hiç tanımadağınız kediseverle karşılaşsanız saatlerce sohbet edebilirsiniz. 
Gördüğünüz karşılıksız sevgi, dokunduğunuzdaki rahatlama, mırıltısı ile uyuma günün büyün stresini alıyor.
Hasta olduğunda çıldırıyosunuz dostlardan tavsiyeler alıyosunuz. O da karşılık verip oynamaya başlıyorsa değmeyin o keyfe.
Çocuk sahibi olamayan çalışan insan için biçilmiş kaftan .
Şımarık hallerinden mest oluyoruz, süsleyip,boyboy çekilen resimlerini gururla paylaşıyoruz. Hasret çektiğimiz herşey bir kucak ötede .kedicikler insan ruhuna sahip,istediği zaman sevdiren zorla, asla hayatına karıştırmayan çok rahat sizi başkasına satan bir karakter . Evde gözdesi olmak için şımartıp karşılığındada yanınıza kıvrıldığını görmek en büyük ödül. 
Ağladığımda yüzüme masumca bakanda onlar ,evde dans ederken sesten kaçanda onlar. Birliktede olabiliyoruz ayrı kaldığımızdada kimse kimseye mudahele etmezse özlemle kucaklaşıyoruz. 
Mutsuzsanız havalar çokta soğumadan bir yavru alın . Bambaşka bir sevgi bambaşka bir özlem bakamam demeyin ben delik delik kaçarken şimdi yanımda kıvrılsınlar diye kovalıyorum.
Mutluluğun evde arandığı bu soğuk günlerde bir minnoş alın ne demek istediğimi anlıcaksınız.

Arayıp sormasamda unuttum seni sanma!!!

Artık kimseyi unutmuyoruz sosyal medya sayesinde. Görüşmediğimiz arkadaşlarımızın resimlerine bakıp ruh halini anlıyabiliyoruz. Altındaki 'lıke'lara bakarak kimlerle görüştüğünü anlıyabiliyoruz. 
Sosyal medya sayesinde 40 yıllık ahbap olmamız birkaç dakkamızı alıyor.
Sosyal medyayı sohbet amaçlı kullanıp saatlerce yazıyoruz buluştuğumuzda birbirimizin yüzüne bakabiliyoruz.
Çok değil 10 sene öncesine kadar birbirimize ev tekefonlarımızı verir heycanla başında nöbet beklerdik.
Şimdi kaç arkadaşımzın ev telefonunu biliyoruz?
Eskiden tuttuğumuz ajandalarda doğumgunu tarihlerini yazıyorduk. unutamadıklarımız beynimizde kazınmıştı.Şimdi ise Facebook'tan hatırlıyoruz .Sildiysek bile'hakkında'bölümüne bakmamız yetiyor
Doğumgunlerinde 'iyi ki doğdun' yazıp bir pasta bir çiçek resmi koyup sesimizi duyurmadan doğumgunu kutluyoruz. Doğumgunu mekanının belli olduğu davet nasıl olsa gelir kimlerin geldiğine bakıp 'geliyor,gelmiyor,belki' şıklarından birini işaretliyoruz. Nasılsa pastalı resmi paylaştık. 
Buluştuğumuzda hemen gülücüklü resimler paylaşıp nerede olduğumuzu duyuruyoruz.Bundan önce ise elektronik fotograf makinalarla çektiğimiz resimleri akşam eve gelip yüklüyorduk. Gecikmiş 'like'alıyorduk.Bir sonraki gün'aaaa ordamıydınız'deniliyordu.
Çayların, kahvelerin bitmediği sohbetten resim çektirmeyi unuttuğumuz o günler mutsuzmuyduk?
Heycanla 'doğum gunumu hatırlıcakmı?' diye ev telefonu  önünde nöbet tuutuğumuz dönem mutsuzmuyduk?
Sosyal medya'yı kullanmayan arkadaşlarımıza'nasıl dayanıyorsun?'diyoruz. Ulaşamadıklarınıza sahte hesaplar açıp kontrol ediyoruz.
Bir tekefon açıp konuşmak , buluşmak yerine el kası yapıp yazıyoruz. Kavgalarımız, aşklarımız,sevgilerimiz hep bir tuş uzaklığında 
Ben çok özledim mail yerine mektup yazmayı, sohbetten elimin değil çenemin ağrıdığı, 'tık'layarak değil dağıtarak gazete okumayı,arkadaşım'online'olmadığında seğil özlediğimde aramayı kapıya pasta ile dayanıp boynuna sarılmayı.
Eminim benim gibi özleyen de çok . Teknolojinin yenildiği günleri görücez buna inanıyorum . Kimse bir'tık' uzaklığında olmayacak.





Çayır çimen gezmem hamam hamam gezerim

Her ünlünün güzellik önerisidir hamam . Ayda bir kez mutlaka gidin derler pürüzsüz olurmuşsun,rahatlarmışsın, gözeneklerin açılırmış. Bunun verdiği gaz ile ben de fırsat sitesinden annemle kendime pazar keyfi yaşatıp Çemberlitaş hamamından full bakım satın aldım.
Ben işten çıkıp yola düştüğümde hamamların ismini karıştırıp Sultanahmet hamamına girdim. Fırsat sitesinden aldığımı söyledim. Hemen bana sabun, kese ve çamaşır verip soyunma bölümüne girmemi söylediler. Derhal denileni yaptım. Hamama indiğimde ise annemi bulamadım. Tekrar çıkıp annemi aradığımda yanlış geldiğimi öğrendim. Tekrardan bana verilen hediyeleri de alıp yola koyuldum.
Fakat hamamı birtürlü bulamıyordum. Tellak dahil hamamda kim varsa telefonla konuşup yolu buldum. Yine mi yanlış geldim diye düşünüp hamama kıyafetlerimle girdiğimde yaklaşık 15 çıplak kadının beni görünce alkışlamaları ile 'haydi soyun da gel' demeleri ile hamam ortamına ayak uydurmaya başladım.
Mayo ile bile plaja indiğimizdeki tedirginlik çıplak bedende yoktu. Ya herkesin çıplak oluşundan ya da herkesin kendi derdine düştüğünden.
Tellak hanımla tanıştığımda bir tedirginlik oldu ama o kadar işlerindeydiler ki bir makina beni yıkasa anca bu kadar olur.
Sıra kese bölümüne geldiğinde gerilim iyice arttı zira dökülen derilerimi temizlemeye kalktıkça tellak sinirlendi. 
Patron oydu ben de kurala uymak zorundaydım. Tellakla her yere elele gitmemiz de ilginç geldi bana . Ama ne yalan söyleyeyim hoşuma da gitti. Kendimi prenses gibi hissettim. İyice mayışmış saçım yıkanırken gelen gazozum, kadınların şarkıları sanki Süleymanın haremine çıkıcakmışım gibi hissettirdi.
Bu sırada beni bekleyen annem yağda kızarmış beklemeye bırakılmış gibi kızarmış ve buruşmuştu. 
Sefa bitip hamamı gezdiğimde harem odası, güzellleşme odası, olduğunu gördüm. 
Kızlar burada hazırlanıp hareme gidiyolarmış. O zamana göre bile olsa eğlenceli geldi bana.
Hamam hakkaten çok iyi hissettirdi kendimi bana, tenimi tanıyamadım fakat asla eve uzak bu aktiviteye katılmayın derim. Zira verdiği mayışıklık o kadar güzel ki canınız uyku çekiyor. 
Eskilerin bizim kullandığımız kozmetiğin çeyreğini kullanmadan güzelleşmelerinin sebebini çok iyi anladım.
Bence gidin ama eve yakın olanından seçin...


25 Kasım 2014 Salı

Kadınların aşık olma ayıların uyuma dönemi...

2 gün önce Hürriyet gazetesi 'kışın aşık olma sebebimiz' üstüne bir yazı yayınlamıştı.
Kışın hava soğuk olduğu için sarılma ihtiyacımızın daha fazla olması, evde geçirilen sürenin daha çok olması, kar altında yürümek fikri daha cazip geldiği için aşık olurmuşuz.
Tamamen 'haber kıtlığı' olarak yorumladım ben bu olayı.
Kadınlar yaz, kış dinlemez. 
Kaldı ki kışın kombin yapmak daha zordur. O topuklularla kasarak yürümekten bacaklara ağrı girer.
Sevgilimiz bize sarılsa hissetmeyiz, zira lahana gibi giyinmişiz. 
Evde vakit geçirsek  'hadi bir pilav yap aşkım' dese, heyecandan lapaya çeviririz. 'aşkım sütlaç yapsak tatlı enerji verir üşümeyiz'e çevirip Yemek Sepeti'ne sığınırız. 
Evde film izleme keyfi diye bişey de ben görmedim. Bayanlara ne izleyelim diye sorulduğunda 'farketmez aşkım' sonucunun cevabı bilim kurgu ya da kovboy'dur. 
Hadi buluşalım desen kışın yağmur, çamurdan trafikte nasibini alır. Bekleyen canlı bir bomba ile karşılaşırız.
Ayılar boşuna uyumuyor mağaralarda. Bu kadar tantanayı çekmeye yürek dayanmaz.
Zaten yılın sonuna gelinmiş yılbaşı programları yapılmış. Yeni bir ortama sokmak da sıkıntılı üstelik tanımadan hediye seçme safhası da var. 
Kasım'da aşk bu yüzden başkadır. Bu kadar level'ı birlikte atlatabiliyosanız nikah yakındır.


Vur, kır, parçala bu kadını kazan !!!

Maçta holiganlar söylediğinde 'ayy vahşiler' diyoruz. Etrafımıza baktığımızda ise  şiddete uğrayan kadınlar gördüğümüz halde (ki bu görünenin içinde kendimiz de dahil olabiliyoruz) 'o vahşiler' ile iç içe yaşadığımız halde bunu kabul edebiliyoruz. Çünkü 'seviyoruz', 'vardır bir hatamız' diyoruz, 'stresliydi' yaptı diyoruz. Bahaneler havada uçarken sözlü, fiziki şiddetin canımızı can'dan öte özgüvenimizi alıp götürdüğü halde mühürlenmiş gibi susuyoruz. Sonumuzun olmayacağını bile bile. 
'Yaşanmasın bunlar' demek için çekilen halaylar, toplanan imzalar suya yazı yazmak gibi. Yaşanmamasının imkansız olduğunu adımız gibi biliyoruz.
Duygusal zaafımızın olduğunu fark eden erkek milleti, dayaktan beter eden sözleri ile dövmekten beter ediyorlar zaten.
Kadınlar için hep söylenen 'kafada gezen kırk tilki' sözü ile güya 'çakal' olduğumuzdan bahsedilir.
Kadın milleti çakal olmak zorunda olduğu halde bir avcı tek bir kurşunla vurabiliyor.
Asla feminist değilim. Savunmuyorum da, sadece 'yalnız kalmayayım' diye göz yummanın bir faydası olmadığını, bunların sonunun gelmeyeceğine inanıyorum. 
Sadece köylerde yaşandığını düşündüğümüz şiddet gerçeğini çevremizde görünce yadırgıyoruz,  kendimiz yaşayınca da bahaneler ile içimize atıp susuyoruz.
Şiddetin biticeğini düşünmüyorum. Sadece bunu tercih edip, sözlü-fiziksel şiddeti kabul edip 'mutlu imiş' gibi gezinen çiftler göreceğiz. Ya da bunu hak etmediğini düşünüp yalnızlığı tercih eden bayanları.
Tercih bizim...

Ben ojeyi zor sürüyorum, bu yüzden evlenmiyorum..

İşi bıraktığım şu dinlenme döneminde, haliyle çay kahve sohbetlerine daha da çok dahil oluyorum. "Nasılsın,iyi misin" in hemen arkasından 'eee Çiğdem'cim ne zaman göreceğiz gelinlikle seni?'' 'Kısmetse bir defile sonunda giyeceğim' diyememek beni çok üzüyor bu durumda. Ben yoruldum, insanlar yorulmadı sormaktan. Usta gazetecilere taş çıkarırcasına,  elde kahve,  umursamaz bir tavırla gelir bu sorular. O surat ifadesine zaten mecburen cevap vermek zorunda bırakılıyorsun psikolojik olarak. "Kısmet" demekten dilim damağım kurudu. Herkes olmuş ıssız adam, olamayanın da cinsel tercihi değilim. Mutlu olduğuma da inandıramıyorum üstelik.
Bana verilen kamberlik statüsünden gayet memnunum. Gidiyorum, oynuyorum, altınımı takıyorum ve görevim bitiyor. Evlendiğimi düşündüğümde ise bambaşka senaryolar çıkıyor. Ev kurma dönemi, en zoru talep edilen eşyalar, halılar, kilimler, "alacak tabii ki"ler . Ben şahsen adama kıyamazdım, kocam olacak sonuçta. Ne borca sokayım der, öğrenci evi gibi eve gelin olurdum herhalde. Düğünde tek hayalim,  çayır çimen olsun, çingeneler gelsin, çıplak ayak koşturalım. Kuzu çevrilsin, yayık ayran verilsin (bkz: mevlüd) şaraplar, rakılar, eğlenilsin den ibarettir. Otelde, ya da kokteyl olarak hayal etmedim hiç. Nikah şekeri de gereksiz gelir bana. Hep onun yerine mutfak önlüğü şeklinde yapardım davetiyeyi. Herkes takar gelirdi. Balayı da Allah kerim. Bakıldığında çok talepkar olmayan isteklerim var. Ama bunları isteyen erkek de yok. Erkekler şu an kadınlardan daha lüks düşkünü, daha talepkar. Kadınlar olarak izlediğimiz filmlere, dizilere, kitaplara takılı kaldığımız için,  dağları delip, bizimle evlenen prensimiz için her şeye 'evet' diyen,  yani cazip olmayan profildeyiz. Akıl sır ermeyen bu duruma yapacak tek şey, Erkin baba dinleyip, ruhumuza söz geçirmek... "bize de bir gün kader güler inşallah"...


23 Kasım 2014 Pazar

Öğretmenim canım mı benim?

'Öğretmenim hayatımı değiştirdi ' ' onun sayesinde öğrendim , sevdim tiyatroyu edebiyatı' sözlerini duydukça ' vayy bee' derim .
İlkokul öğretmenim dahil hepsi o kadar korkunçtu ki, onlara rağmen okumayı bırakmadığımdan dolayı ben kendimi tebrik ediyorum
İlkokulda geçen 5 senem, dikkat dağınıklığı sorunumu bildiği halde yediğim dayaklarla geçti 
Ardından Fettullah hocanın eğitim kurumlarında 'öbür tarafı' gitmeden tanıma şansına eriştim ablalar sayesinde ..
Orta ve lise öğrenimim kredili sistemin başıydı..yanlış tercihler, yönlendirmeler,100 kişilik sınıfta  derste sıkılıp örgü örmelerim ile ,çalışmadığım sınav günü öğretmeni odasına kitleyerek , tembel arkadaşlarımla öğretmenimizin arabasının yerini değiştirip 'çalındığını 'söyleyip sınavdan kaçmalarla, ve tabii dayakla geçti 
Ateist bir ressamla kavgalı, ama eğlenceli yetenek sınavına hazırlanmam ise hayatımın dönüm noktası oldu 
Üniversitede ise kaprisli soyağacı sayesinde,  yeteneğinden çok egosunun gelişmiş olduğu öğrenim görevlileri ile eğitim hayatımı tamamladım
Gelen gideni aratır sözü benim öğretmenlerim için geçerlidir benim hayatımda 
Üniversite eğitimimi tamamladıktan sonra, anaokulunda resim öğretmeni olarak görev yapmaya başldığımda ise,  yılların hıncını öğrencilerimden çıkardım. Maaşı az olmasına rağmen sevgi vererek  de eğitim olabileceğini,kimsenin şımarmayacağını,  bunca sene bu ızdırabı boşuna çektiğimi anladım 
Okul yıllarım ızdırap dolu geçse de, bildiğini sakınmadan anlatabilmek bambaşka bir sanat.
Çalıştığım her işte de eğitim koçu olarak çalıştım . Bilgi öğretmenin,  paylaşmanın keyfini ben doyasıya yaşadım . Eğitimcilerimiz de bunun keyfini yaşadıkları gün,  bizim de eğitim sistemimiz değişecek,  buna inanıyorum.
Gerçi günümüzdeki imam hatipli sistem, kız erkek ayrımlı sınıflar ile,  ideolojiler ne kadar savunulur,  beyin göçü ne kadar engellenir muamma 
"Ne de olsa öğrenen öğrenememişse,öğreten öğretememiştir" der Fransızlar... 

Küçücük yüreğimle ben sana sığınıyorum...

Deniz Seki'nin Okan Bayülgen'den ayrıldıktan sonra çıkardığı albümün en güzel şarkısı idi 'sana sığınıyorum'...
Her kelimesi aslında hepimizin beklentilerini özetleyen,  tertemiz bir şarkı idi
Deniz Seki aslında,  hala hayatta aşkı isteyen,  bekleyen kadınların sonunu anlatan çok güzel bir örnek
Okan Bayülgen aşkından,  aldatmalardan bunalan,  bu ilişkiyi bitiren, bitirirken sürünen Seki, kalbinin yorgunluğunu Hüsnü ile dinlendirmeye çalışmıştı ki... 
Haketmediği bir dünya hakareti işitmişti...
Şehirli çoğu kadının kaderi bu aslında,  'çivi çiviyi sökmesinden ' öte, kalp yorgunluğunu dinlendirmek.. Artık sığınmak , güvenmek , hiç bırakmayacağını düşünmek.. 
Evli mi,  değil mi belli olmayan, hayatından kimseyi çıkaramayan, ne düşündüğü belli olmayan,  klarnetinden öte,  hayatındaki hiçbir kadına sahip çıkmayan bir adam portresi çiziyor Hüsnü...
Yaptığımız tek bir hatanın,  ömrümüzün en önemli zamanını çalması çok acı ,sevgiyi hata olarak görmemiz kadar acı.. 
Deniz Seki adaletin yerini bulacağını söylüyor... Ben buna inanmıyorum,  çünkü hayatın hiçbir evresinde adalet yok. 2 sene sonra,  bomba şarkılarla,  bir de kitapla gelir Seki.. 
'Bitti derken hayat,  yeni başlar' demişti zaten... 

24 Ekim 2014 Cuma

Ne olursa olsun gel değil, hayatımda kal...

İlişki sonrası yaşanılan en sancılı durumdur bu.. Hele ki karşınızdaki benim gibi terazi burcu ise...
Zaten ilişki süresince yaptığımız korumacı ruh yetmezmiş gibi, ilişki bittikten sonra da sahiplenmeye, bitmeyen anaç ruhu korumaya devam ettiririz...
'Yemeğini ye ama' 'ince giyinmedin umarım' gibi güya korumacı bir ruh ile, adamı iyice bir cendereye sokarız..
Zaman akıp giderken, bizi aramaması rahatsız eder bizi. Tamam ilişki bitmiş gitmiş,  ama neden aranmıyoruz?Dost kalamaz mıyız? Ya da arkadaş? Bu sıfatlar, karşınızdaki adamın hoşgörüsüne bağlı olarak,  zamanla olan durumlar olmasına rağmen, 'tez canlı' olan kadın cinsi için hemen olmalıdır..
İki gün önce ağlayarak atılan mesajlar unutulur. "Haydi arkadaş olalım"a getirilir . 
Yanlızlıktan kıvranırcasına,  illa dostluğuna,  arkadaşlığına ihtiyaç duyulur.
Benim de ruh halim gerçekten bu . Kimse ile küs kalamadığım gibi,  kimse benim hayatımda yok olup gitsin istemem. Bilirim ki o insan da bunu anlar,  yerini bilir. Bilmiyorsa da onu egosuyla baş başa bırakmak en temizidir
Uzattığım elin samimiyetine inanan,  benle kalır
Bu gerekli midir peki? Bence gereklidir , ne olursa olsun karşındaki insan seni samimi duygularla sevmiş tanımışsa,  ilişki gibi zor bir sanatı yürütemeyince dostluğa yelken açmak, sana zarar gelmeyeceğini bildiğin bir insanın varlığı,  İstanbul gibi bir metropolde aranıp da bulunmayacak bir durumdur.
Kimse harcanacak kadar küçük değildir.Herkese bir fırsat vermek gerekir...Kusursuz dünyanın kusurlu canlarıyız sonuçta. Dünya da ölümlü, o yüzden çekinmeden uzatın ellerinizi, kalbinizin sesini dinleyip... 

21 Ekim 2014 Salı

Ha bakkal Ahmet bitirmiş ilişkiyi, ha Demir Demirkan...

Erkeklerin ilişkiyi bitirmek (başından atmak) adına yaptıkları numaraları biliyoruz,yaşıyoruz..Alıştık da yadırgamıyoruz hatta. Ama bazı adamlara yakıştıramıyoruz...
Hayatımızın beyaz atlıları, beyaz bir toz bulutu olup uçarken arkalarında da dev bir toz yığını bırakıyorlar...
Demir Demirkan , Sertab Erener ilişkisi, hepimizin 'maşallah' diye baktığı ideal bir ilişkiydi . Hem iş, hem aşkı 18 senedir birlikte yürütüyorlardı . Sonuç ise, Hüsnü-Nazire Şenlendirici ilişkisini aratmadı.
Demir Demirkan'ın bencilce yazdığı basın açıklaması,  aslında erkek gözüyle 18 günde bitse de aynı,  18 yılda da bitse aynı, çünkü "sıkıldım,bitirdim" kafasından başka bir şey değildi...
Bu kadar felsefelerle, arınmalarla uğraşan bir adamdan beklenen bu değildi en azından.
Sertab ise birlikte olduğu adamı hala savunmakta , bu yapılanları gayet makul karşılamakta idi.  Belki hala sevdiğinden ,belki adamı tanıdığından,  belki de yorulduğundan.
Ne olursa olsun varılan sonuç hiç değişmiyor... Bütün erkekler aynı...

15 Ekim 2014 Çarşamba

Rakı içen kadın güzel midir ?

                              
                               


10 Ekim 2014 Cuma

Gerçekten ister miyiz?


Öldü mü? Kaldı mı? Bilmediğimiz bir intihar vakası vardı gündemde. Bir aşk ve ölüm.
Ya benimsin ya karatoprağın! Kim ne derse desin ülkemizdeki çoğu erkeğin bakış açısı öldürmek. Biraz 'sert' geldiğinde de zaten söyledikleri sözlerle, uyguladıkları şiddetle ölmekten beter ediyorlar zaten.
Sevginin şiddetinden dolayı da ilişki cinayetleri daha çok sadistçe işleniyor. Sevdiği, taptığı kıyamadığı insanın acı ile yok oluşunu izlemek ve yok etmek ve bedelini ömrü ile ödemek, üstelik pişman olmamak. 
Kendince hakettiği cezayı verip yok etmişti Cem de. Şahsen ben öldüğüne  inanmıyorum. 
Annem Maltepe Cezaevi'nde resim öğretmenliği yaptığı dönem yaşanmıştı bu olay. O dönem Cem de aynı cezaevindeydi. Hiç bir sosyal aktiviteye katılmayıp, sadece kuran okuyup dua ederek geçiriyormuş günlerini.
Öldürmek, ölmek düşüncesi isyan ettiğimizde hayata sığındığımız bir sözdür. Hakikaten yapabilir miyiz ? 
Vazgeçtiğimiz hayat bizi istemeyen bir insan içinken! Kendimizden vazgeçip kıydığımız insanla aslında aynı kader paylaşılmıyor mu?
Cem Garipoğlu'nun işlediği cinayetin raporunu okuduysanız, olayın cinnet anı değilm tamamen kendi zevkine göre kurulmuş bir olay olduğunu görürsünüz.
Zengin oğlan, fakir kız aşkının en kötü örneğidir. Münevver Karabulut'un ailesine verilen 1 trilyon kan parası ile zevk anının kendince bedelini de ödemişlerdir. 'Ölmüştür, geçmiştir' mantığı hep varmış. 
Ölümüne herkesin sevindiği Cem, bence yurtdışında cirit atacaktır. Geçireceği birkaç ameliyatla kendine yepyeni bir hayat kurabilecektir.
Cinayet işlendikten sonra ki haberleri ise asla unutmuyorum. Çünkü sevgilisinin evine gittiği için suçlanan ve olayı namus cinayetine çevimeye çalışıp, bu senaryodan para kazanmaya çalışan gazeteciler de vardı.
Cem, yaptığından zerre pişmanlık duymadığını defalarca söyledi. Hatta Çin'de yaşayacağını, adalet sisteminden mutlu olmadığı için avukat olmak istediğini söylemişti. Kendini bu kadar seven narsist bir insanın poşetleri bağlayarak kendini asması yazık ki bana senaryo gelmiştir.
3. sayfa haberlerini okuyan biri olarak şöyle söyleyebilirim: intihar vicdanlı, merhametli insanın işidir. Yaptığı cinayetin sebebinin anlaşılamadığını düşünen bir sapığın kendi canına kıyması mümkün değildir.
Yaşadığımız bunca olaydan sonra bir ölüme bile inanmamak çok acı. Aslında hayat kadar yaşadığımız ülke de büyütüyor bizi. Hem hayat diploması alıyoruz, hem de yükseğimizi ülkemizden yapıyoruz.
Artık bu iki senaryonun hangisi doğru bunu hayat gösterecek...




9 Ekim 2014 Perşembe

Fal olmasa da, Falak olsa iyiydi...

Tipim her arkadaş grubunda "falcı" ya benzetilir. Nerem benzer çözemedim. Sadece, yıllar yıllı tipim yüzünden fal baktığımı bilirim.. Üstelik benzettiğim şekillerden bildiğim çıkıyorsa,  ardı ardına fincanlar önüme dizilir...
Fala hiç inanmam, bu yüzden de işini, aşkını,olacakları görmek isteyen arkadaşlarım olursa da engellerim, "ben bakarım" derim . 
Yıllar önce gittiğim İskenderun tatilimde, kız arkadaşım ballandırarak falcıyı anlatmış,gitmemiz gerektiğini söylemişti. Mecburiyetten gittik. Ev, örgüt evi gibiydi. O zamanlar tv programı yapan Uğur Dündar evi bassa, alır hepimizi götürürdü, ama biz inatla o kokulu evde geleceğimizi görmek istedik. Sıra bana geldiğinde, kadının ilk sözü "sen fala inanmıyorsun" olmuştu. Aaa bilmişti! "evet" dedim, "neden buradasın?" Kadın haklıydı, neyin peşindeydim ben? "Gelmişken uğramak olmaz mı" diyecektim, müze miydi ki..."merak ettim,sizi çok övdüler de" dedim ezik ezik. Ezikliğim hoşuna gitmişti, fincanı açtı, "bir gönül işiniz var, ayrısınız, deniz aşırı bir ülkede sevdiğin, çok yakında haber alacaksın" dedi. O dönem sevgilim Amerika'da idi, ayrıydık. O kadar sarışını bırakıp bana "özledim" mesajı atmayacağı gün gibi aşikardı, ama bilmişti. Yüzümdeki gülümseme, düşündükçe hüzne dönüşmüştü. "hadi yıka bakalım" dedi. Aaa bitmişti! "peki" dedim. Demek hayatım, fincandan bu kadar gözüküyordu, teşekkür edip yanından ayrıldım.  Arkadaşım yol boyunca anlatılanları anlattıktan sonra, İskenderun sıcağında yapılacak en iyi aktivite olan, klimalı ev konforuna kavuşmuştuk. Yapılacak bir şey bulamadığımdan da, "bari maillerime bakayım" dememle, kekelemeye başlamam bir olmuştu! Erkek arkadaşım bana mail atmıştı! "Yok artık" dememle,  arkadaşımın, yüzde almış gibi kadını övmesi bir oldu. "ben seni hiç iyi olmasa götürür müyüm" sözleri ile beni utandırdı . Maili açtığımda, beni özlediğini, sevdiğini, anladığını, dönünce her şeyin çok güzel olacağını yazmıştı. Üstelik bardak koleksiyonuma NY yazan bir de bardak almıştı. Hemen Amerika yerel saatini hesapladıktan sonra, süremin daha olduğunu görüp, yazıp yazıp silme işine başlamıştım. En sonunda,çok özlediğimi, tatilde olduğumu, günlerimi anlatıp, bardak için teşekkür edip, maili sonlandırmıştım. Sihirli değnek değmiş gibi uçuşurken, çalan telefonumun sesi ile kendime geldim. Yok artık bir de arıyor muydu derken, arayanın kardeşim olduğunu farkettim. Telefonu açtığımda, kardeşim gülmekten konuşamıyordu, gülme seansı baya uzayınca "ay ne oluyor be" dedirtti. "Bir de cevap yazmış" diyerek gülmeye devam etti. Katılması bittikten sonra ise, olanı anlattı . Ayrı olduğumuzu bilen kardeşim, sevgilimin mail adresinin bir 'i' harfi fazla olanını alıp, bana mail yollamış ve aklınca "şaka" yapmıştı! Elim kolum titreyerek açtığımda, durumun doğru olduğunu anladım. Bu duruma sebep olan, üstelik yerlerde tepinen kız arkadaşımdan aldım hıncımı. 
Kalbim açmış doğruyu, fincan değil. Zaten o kadının hayrı olsa, o kokulu evde yaşar mıydı?
Eğlence için bile olsa, boş hayalden başka bir şey değil fal...
İyi bir şey duymak isterseniz dua edin, bekleyin,  ya da gelin ben bakayım. Ama kahveler sizden... 

2 Ekim 2014 Perşembe

Beyaz günah

Bahsettiğim yalan değil . Beyaz yalan kadar masum günahçıklar ,minik beyaz günahçıklar.

En sevdiğim bardağım. Çok istemiştim almayı ama satılmıyordu,benzer bir modeli satılıyordu ama bu sadece servis için kullanılıyordu. Belki de diğeri daha güzeldi ama bunun ulaşılmaz olması hırsımı kamçılıyordu. 'Fıstık benim olucam ,binicem üstüne vurucam kırbacı  vurucam kırbacı' diyen çocuk gibi her içtiğide 'fincan benim olucak ,koyucam kahveyi,atıcam şekeri atıcam şekeri' diye kendimi bu tatlı günaha teşvik ediyordum . Birşey olucak diye korkumdan  kullanmıyordum başlarda,fakat ölümlü dünya deyip dolduruyorum kahvemi artık muzaffer kumandan edasıyla. 

Çok sevdiğimiz bir ardaşımızın düğün gecesiydi,on gün öncesinden kıyafetimizi,takımızı,tokamızı ayarlamıştık. Beklenen gün geldiğinde daimi toplanma yerimiz olan avm'de hareket saatini beklemeye koyulduk. Tek eksiğimiz geline takacağımız takıydı. Arkadaşım ve ben  zemin kattaki kuyumcuya doğru gitmeye başladık, derken topshop'un vitrini çıktı karşımıza. Birden  kendimi kabinin içinde bunun şu rengini ,bunun bu bedenini ,bunun taşlısını ,bunun 36 sını derken buldum. askıda pek bişemeye benzemeyen mor bişey ilişti gözüme kabindeki yığının içinde. hemen üzerime geçirdim,arkadaşıma göstermek için kabinin perdesini açtım. O sarı gömleği için ben mor tulumum için  yorum bekliyorduk birbirimizden. Maalesef sonuç pozitifti! Üzerimizi değiştirip,düğün kıyafetlerimizi beyaz, hışırtılı poşetlere tıkıştırıp yeni cicilerimizi giyinmiştik.Poşetlerimizden gelen hışırtıya aldırmadan havalı havalı ortalıkta gezinmeye devam ettik. Bütün havamız hareket saati geldiğinde söndü, çünkü düğünde takacağımız altının parasını harcamıştık .Sarı liralar mor tuluma ve sarı gömleğe dönüşmüştü. Yol boyunca arkadaşımla göz göze gelmemeye çalıştık. takı merasimi başladığında kalabalığa karıştık , trabzon burmasının en sağlam iki halkasıymışız imajı verdik kendimize. Suçluluk duygumuz yerini pişkinliğe bırakmıştı,oynamaktan bitap düşmüştük artık. 
Her suçlu gibi biz de olay yerine tekrar döndük. Kabinde düğün gününü analiz ederken, mor  tulum ve sarı gömleğin akibetine geldi konu.  Maalesef haramın binası yoktu! Ben tuluma bütün havasını veren kemerini,arkadaşım da gömleğinin yarısını, aşırı ısınmış ütünün tabanında kaybetmiştik.
Maalesef yatırımı yanlış şeye yapmıştık
   
İşyerinde mesai saatleri uzayınca acıkmamız kaçınılmaz oluyordu, fakat sürekli yemek alma şansımız olmuyordu. .Mesai saatimizin uzadığı bir gün iş arkadaşım "çido gömü buldum" dedi . Elinde işyerimizin yılbaşı için hazırlattığı,içi envai çeşit abur cuburla dolu sepetlerden biriyle geldi. İşten ayrılanlar sepetlerini alamadıkları için hınca hınç kıyafet dolu deponun karanlık köşesinde unutuluvermişti sepetler.İkimiz de ilk kim açgözlü olacak diye ağırdan alıyorduk, neticede kul hakkını bir güzel mideye indirip, günah puanlarımızı ikiye katlayacaktık. Bize düşen, göz hakkımızı alıp olay yerini terketmekti. E kime niyet, kime kısmet, votkadan kuruyemişe, çikolatadan ananasa kadar her şey vardı pandoranın sepetinde..Ve aç ayı oynamazdı.. 

Beyaz günahlar ,beyaz yalanlar, hepimizin var ...mübarek cuma günü affet bizi Allah'ım 





Yalan olan dünya olsun, siz değil!

Küçük beyaz yalanlar söylediğimizde, bir yandan da mutlu oluruz. Sevdiklerimizi kırmadığımızı düşünürüz. Ben de kullandım bu beyazlardan. Malesef sonunda üzülen ben oldum. Büyüğü, küçüğü olmazmış, öyle dediler. Bir defa olunca inanmadılar, hep yalan söylediğimi düşündüler. Söylediğim insan kırılmasın derken, kırılan bükülen hep ben oldum. Hele ki küçük bir olaysa, bunun için söyleyen, kim bilir daha neler için söylüyordur dediler...
Söylemeyin, bırakın kırılsınlar. Yalan tuhaf bir şey, kullanmayın.  Kendinizi alıştırmayın.
Artık yalan söylemiyorum ben. Kırılsınlar diyorum. Beni düşünmeyeni, ben de düşünmüyorum. Biraz geç oldu tabi bunu anlamam, ama olsun. Karşımdaki insan, söylediğim yalanı çok hassas bir konuda kullandığımı bildiği halde, beni yalancılıkla suçluyorsa, ben de bunun altında bir şey ararım tabi. İnsan kusurlu bir varlıktır. Bunu hepimiz biliriz. Hepimizi deştiğimiz zaman bin bir türlü huy çıkar, ama yalnız kalmamak için idare ederiz birbirimizi. Tek bir yalanla birbirimizi silebiliyorsak, ne kadar sevilmişiz onu da tartmak lazım tabii.
Ben kusursuz biri olmadım bu hayatta, ama kusurlarım da fazla ortalıkta. Yapılan hataları çok çabuk eksiden artıya çevirenlerden de olmadım. Bu farklı bir beceri.
Altından kalkamayacaksanız hiç girmeyin. Çekeceğiniz yüke değmez!!!

1 Ekim 2014 Çarşamba

Beni hapset...

Çok romantik geliyor kulağa değil mi? Ama aslı öyle değil..
Eve yorgun argın gelip yatağa yattığımda, saat 12'ye geliyordu. Ertesi gün izinliydim, ama gene de yorgunluğa teslim olmuştum... Sabah ise zilin sesiyle uyandım, "açarlar" diye beklediğim kapı açılmıyordu. Evde kimse olmadığını hatırladıktan sonra, arkadaşımı kahvaltıya çağırdığımı hatırladım,yatakta doğrulup, zili açmak üzere yola koyuldum. Kapının üstünde anahtar yoktu.. Eee bende de anahtar yoktu..Arkadaşımın ise kapıya alacaklı gibi vurması, zaten ağrıyan başımı daha da ağrıtmıştı... 
"Selcen anahtar yok, kapı açılmıyor"dedim, ve olayı anlattım. "Beni eve almak mı istemiyorsun" dedi. Durumu baştan anlattım. "E ben gideyim o zaman, haberleşiriz Çido" dedi, "Gitme dur, evde ekmek bile yok" dedim..
"E nasıl vericem ekmeği sana" dedi. "Sen bakkala git, al,yazdır, ben hallederim" dedim. Gazeteli, sosisli, sütlü, ekmekli bir liste yazdırdım. Selcen bakkala giderken, ben de iş yerinin verdiği yılbaşı sepetini çıkardım. Evimiz 8. katta idi, aşağıya yetişmesi için de 2 tane çift kişilik çarşaf çıkardım. Yetişmez diye de annemin İtalya'dan alıp, kullanmaya kıyamadığı şalları da alıp birbirine düğümledim. O kadar sağlam olmuştu ki ben bile inerdim. Selcen zile basıp, "geldim" sinyalini verince, çarşaflı, şallı sepeti aşağıya sarkıttım. Selcen'e yardımcı olmak için, bizim kapıcı da gelmişti. Özenerek poşeti sepetin içine yerleştirdiler.Sepet geniş olduğu için, sağa sola yıkılarak da olsa,  sağ salim yukarı geldi . Evde bütün günümü mutlu mesut geçirdim, yemeğimi yedim, kitabımı okudum, annemin gelişi ile de esaretim sona erdi. İşin ilginci, hiç çilingir çağırmak aklımıza gelmedi. Böylece de koca günü yemiş oldum. Böylece kendi kendimi hapis edip, bu hissi de yaşamış oldum...

29 Eylül 2014 Pazartesi

Doğdum, doğacağıma pişman oldum!

Cumartesi günü 36 yaşıma basacağım. 18 yaşımdan beri doğum günümü kendim organize ediyorum. Pastası, yeri, süsü derken, ilk seneler çok hoşuma gitmişti. Yıllar geçtikçe, bir de iş hayatı, üstüne yorgunluk, azıcık da aksilik gelince, oturup ağlayasım geliyor. Doğum günü işini öyle bir sahiplenmişim ki, hiç sürpriz yapan da olmadı. O kadar çok koşturuyordum ki, bazen doğum günümde en yorgun ben oluyordum eğlence gecesi. Bu zamana kadar ki doğum günlerim içinde en olaylısı, 30 yaşına girdiğim seneki partimdi.
Rahmetli Selim Sesler'in Taksim'de fasılda çıktığını duyunca hemen aradım. Gittim, mezelere baktım, oturulacak yerleri seçtim, pastamı ayarladım, kıyafetimi seçtim, düğün gününü bekleyen gelin gibi beklemeye başladım.
Tabii öncesinde kuaföre gittim, makyajımı yaptırdım, sonra tıkır tıkır mekana gittim. Gittiğimde elektrik yoktu. Gelen arkadaşlarım klasik mum görme espirisi olan "- ay çok romantik olmuş! Benim için mi?" esprilerine tebessüm ettikten sonra gelmeyen elektrikle, mum ışığı eşliğinde 'Live Concert Selim Sesler' başladı. 
Gelen elektrikle birlikte müzikte hareketlenmeye başladı ve oynamaya başladık. 
Her şey yolunda giderken kuzenim bayıldı.
Oynamayı bırakıp koşturduk yanına. Rakıları bıraktık, kolonyayı aldık elimize, avcunu, boynunu ve boğazını ovduk kuzenimin. Bu arada arkadaşım Aslı 'korkudan' ambulansı çağırıyor ama büyük kuzenim hariç kimseye söylemiyor. Zaten Aslı "- söylesek mi Çido'ya?" dediğinde de "- burayı ben zor buldum, ambulans nasıl bulacak?" demesiyle rakı tokuşturmaya devam ediyorlar.
Kuzenim kendine gelip oynamaya başlayınca keyfimiz yerine geliyor, ta ki daracık kapıdan geçmeye çalışan sedyeyi görene kadar. Sedye rahmetli Sesler'in yanına kadar gelmişti. Şaşkın bakışlara Aslı noktayı koydu, 'korkudan aradığını', elinde rakı bardağı ile itiraf etti. Göbek atan kuzenim doktor eşliğinde dışarı çıkartılıp kontrole götürüldü. 
Geldiğinde doktorun yanına değil de wc'ye gidip gelmiş gibiydi ve oynamaya devam etti. 
Bu kadar olaydan sonra pastam geldi. Pastayı annem 'hediyem' demişti. Hediye olacak diye de abartmıştı. Nişan pastası büyüklüğündeydi ve Barbie'nin evi gibi pespembeydi. Görkemli ! pastamı kestikten sonra tekrar oynamaya döndüğümde masanın çoğunun yerinde olmadığını fark ettim. Garson "- herkes tuvalette abla ,kahvesini alan gitti." demesiyle wc'ye gittim. Hakkaten kahvesini yaptıran klozetin kenarına oturmuş, sırasını bekliyordu. O kadar yorulmuştum ki, bu sahne de normal gelmişti bana ...
İçimde tarifsiz bir mutluluk vardı, ama tam 43 kişiydik o gün. Beni görmek isteyen, seven 43 kalp...
Birşeyleri doğru yaptığımın kanıtıydılar. Dostluk emek vermeden olmuyordu, ne güzel ki doğru kalplerle tanışmışım. Barbie evi gibi pastamla onları karşılamışım...

27 Eylül 2014 Cumartesi

Faturalı hattım olsun, 800 lira borcum olsun..

Kontörlü hat kullananlar bilirler. Olmadık zamanda biter. Ararsın, kontör biter, yüzüne kapanır. Mesaj gelir, cevap veremezsin, kontör yoktur. Araman gerekir, ödemeli yaparsın. Ben de bu hengameden kurtulmak için faturalı hatta geçmek istedim. Turkcell'e gittiğimde, üzerime bir fatura veya kredi kartı dökümü istedi. Fakat ikisi de yoktu ben de. Beş karış suratla işime dönüp, iş arkadaşlarıma dert yanarken, içlerinden biri,  Ferit: "- e Çido derdin bu olsun.  Benim üstüme fatura var" demesiyle havalara uçmam bir oldu.
Ertesi gün hattım elimdeydi. Bir de paket yapmıştık, benden mutlusu yoktu. Aradan 3 ay geçmişti ve ben gayet mutlu mesut kullanıyordum telefonumu. Ferit'i ise havalara atıp askere, Eleşkirt'e Ağrı'ya yollamıştık.Günler akıp geçiyordu ki, telefonumu kaybettim. Turkcell'i arayıp, hattı kapattığımı düşünüp, yoluma devam ettim... Ta ki Ferit iş yerinden arayıp, beni telefona isteyene kadar...
Ferit'i ev sahibi arayıp, Turkcell'den haciz kağıdı geldiğini söylemiş. Ferit de beni arayıp, Turkcell'le konuştuğunu, hat kapanmadığı için, aylık paketin her ay işlediğini, toplamda 800 milyon borcum olduğunu öğrenmiş. Hattı kapatmak için de bir Turkcell şubesine gitmesi gerekiyormuş. Fakat Ağrı'da Turkcell yokmuş. Doğuda askerlik yaptığı yetmezmiş gibi, bir de böyle angarya işler çıkmasına rağmen, hiç birşey demedi Ferit..
İşin içinden çıkamadığımız için, komutan askerde olduğuna dair bir belgeyi Turkcell'e faxladı ve hattım hakikaten kapandı. Ben ise elimde kredi kartı, gittiğim Turkcell bayisinde tek tek çekilen slipleri imzalıyordum. 5. slipten sonra ağlamaya başlamıştım. Sistem gereği, her ayı tek tek imzalamam gerekiyormuş. Kullanmadığım hatta verdiğim paraya mı yanayım, arkadaşıma rezil olmama mı... Turkcell, Selocan kadar sevimli değil...

7'den 70'e evcilik

Küçükken ne severdik Barbie'yi giydirip gezmeye götürmeyi. Ken ile buluşturup yemek yedirmeyi. Arkasından arkadaşlarına ev ziyaretine yollayıp üst baş değiştirmeyi.
Aradan yıllar geçti okul bitti iş hayatına atıldık . Ha oldu ha olacak dediğimiz bide ilişkimiz oldu ama birşey olmadı . Yapıcak birşey olmadığı için tekrar çocukluğumuza dönüp oyunun içine kendimizi sokuyoruz.
Aslında bunu keşke Barbie'lerle yapsak.Çünkü kadınlığın doğasındaki sahiplenme,özlem,korumacılığı hayatımızdaki adamla tatmin etmeye çalışıyoruz. Oyunun içinde oyunu kurmaya çalışıyoruz . 
Barbie gibi topuklularla gezip ,ken'imize yemekler yapıp, havuza girip ,sevilmek, salınmak aslında arzumuz ama yanlış anlaşılıyoruz. Olacağıda kaçırıyoruz .
Hergün yaptığımız yemeği sevdiğimize yapınca bir başka olmuyormu ? Kurulan sofrada on kere eksik varmı diye bakıp peçeteyle tabağın renk uyumuna dikkat edip ,bıçağı ,çatalı parlatmıyormuyuz?Üstelik bunu terfi almış gibi bir kalp çarpıntısı ile titreyen ellerle heycanla,özlemle,aşkla yapmıyormuyuz?
Elde evrak taşımaktan ,toplantıya girip patronlarla çarpışmaktan unuttuğumuz dişiliğimizi hatırlamak 'beklenti' olarak algılansada bunuda oyun gibi düşünüp o anın tadını çıkarmak en iyisi 
Varsın yanlış anlasınlar oyunu bitirsinler . Elbet bizi anlayan Ken gelicek 

25 Eylül 2014 Perşembe

Gidemiyorum, çünkü elimde çanta..

Tan'ın meşhur 'çanta' şarkısını hayatıma uyarlasam durumum tam böyle olurdu
Hiç bir zaman küçük,sevimli bir çantam olamadı, nerde bavul tipi çanta var hepsi malesef bende
Özenip de aldığım minik çantaları kullandığımda ise durum daha vahim oluyor . Çünkü bu sefer de poşetlere giriyor . Yanlış anlaşılmasın yeni bişey almıyorum 'yanımda olsun'lar yüzünden bunlar
Makyaj çantası,su,kitap,defter,şekerim düşer açlıktan ölürüm diye bir gofret,el kremi,termos, ağrı kesici,yedek kıyafet,ayakkabı her zaman yanımdadır . Bunlardan biri yanımda olmayınca tedirgin olurum bazen haftalarca işime yaramaz olsun dursun derim 
Günlük hayatta zaten hamal gibi gezmeye alıştığım için sorun olmuyor ama tatilde durumum daha içler acısı . Sanki dinlenmeye değil defileye gidiyor bütün dolabı bavula aldığım yetmezmiş gibi takmadığım kolyeler kapanmış kulağıma kupeleri bile alırım . Olsun dursun aklımda kalıcağına yanımda olsun .
Filimlerde gördüğüm evi terk etme sahnelerini hep tekrar sarar izlerim nasıl anında o bavulu açıp da dolduruverirler hemen . Ben işe giderken 20 dk dikilirim önünde gene bulamam birşey, bir kahve yapar, yaparken de kafamda kurar son yudumda, "bari bunu giyeyim" der çıkarım 
İnternetten alışveriş yapılacaksa, en son alınacak şey kesinlikle çantadır. Özenerek seçip aldığım çantalar, resimdekilerle hep alakasız çıkar . Hep küçük,  hep renk tonları alakasız .Alıp mutlu olduğum 'geri dönüşüm' ile yapılmış pikap çantamdır. Onu da sadece bir kez takabildim,  çünkü kız arkadaşım üstüne oturup kırdı.
Erkek arkadaşımın olduğu dönem, buluşacaksam Cevahir'de ki kız arkadaşlarımın başını ağrıtırdım hele bir de biri olumsuz bir şey söylemişse, baştan kombin yapardım 
 Eşantiyon çanta ise kesinlikle en etkili pazarlama yöntemi. sanki her dakika seyahate gidermiş gibi aldığım seyahat çantaları, eşe dosta verip mutlu etmekten başka hiçbir işe yaramadı.Hiçbir zaman kullanmadığım o çantaları almak için limiti tamamlar, alır bir 'ohh' çekerim 
Günlük kullandığım çantalar da bu kadar yüke ya 2 ayda deforme olur, ya da çok sık başıma gelen termosın açılıp devrilmesi ile hayatımdan çıkarlar 
Herhalde ikinci bir işim olsa, kesin nakliyeci olurdum. Bavula, çantaya çok başarılı bir biçimde 'sıkıştırırım' yanıma alacaklarımı çünkü. Gece çantam genelde zarf olur, ki topuklu ayağımı ağrıttı an babeti ayağıma geçirir çıkardığım ayakkabıyı da koymak için bir ayakkabı poşeti sığdırırım .
Küçük çanta kullanan kadınlara hep imrenicem, kaplumbağa gibi gezdiğim için de kamburum hep artacak, ne yapayım ben böyleyim... 

22 Eylül 2014 Pazartesi

Deterjanı bile yedekliyoruz, ya hayatımızdakileri..

'Hayatta üzülmek istemiyorsan her şeyin yedeğini yapmalısın' der kız arkadaşım .
Bana ilk söylediğinde çok dikkate almamıştım, ama zamanla o haklı çıktı
'Hesapsız fedakarlığı' dostlukta, arkadaşlıkta,ailede,sevgilide öğreniriz ... Yapamayacağımız yoktur bu insanlar için, kansa kan, cansa can . Hiç bitmeyecek, hiç bırakmayacak biliriz. Sonra da hayatın ne kadar ders dolu olduğunu, bu insanlar pat diye hayatımızdan çıkarak anlatırlar.
Aile,sevgili,arkadaş,sevgili...hepsi farklı sebeplerle çıkarlar, ama aynı dersi verirler... Kimseye güvenmemeyi..
O andan sonra yeminler ederiz, ne kimseyi seveceğimize ne de inanacağımıza,  ama kısa sürer.  
Kız arkadaşım 2.bir dost , arkadaş, sevgili yedekler. Bitti mi 2. Devreye girer,  yanlızlık çekmez. Bana çok zalimce gelmişti.
Hem tek bir insana güvenecek kadar samimi olmayacak, hem de yalnız kalmayacak 
Tamamen mantık üstüne kurulu. Şüphelenirse ya da sıkılırsa hop 2. Devreye girecek . Kimsenin canı yanmayacak . Alan memnun, satan memnun
Çok yakın zamanda 2 robot yaparlar, onlarla dertleşir,konuşuruz.. maksat yalnız kalmamak madem.
Ben de maddi, manevi çok darbe yedim . Yedikçe de değişen bir şey olmadı 
Verdiği zarardan çok, içimde kalan boşluk ' beni hiç mi sevmedi' sorusuyla kaldım baş başa.
Hatırlar mı ,üzülür mü,döner mi??
Yenilen pehlivan güreşe doymaz misali bir de ben ararım, 'dönülür mü eski günlere' , bir daha denesek diye.. 
Bu çağrı yalnızlıktan değildir,  bu devirde kimse yalnız kalmaz . Bu çağrı herkeste bulamadığın o sevginin peşinden koşmaktır.
Genelde hep olumsuzluklarla gelir cevap, ya da cevap bile gelmez.. 
Ben ne kadar mantıklı gelse de insan yedeklemiyorum . Kaliteli yalnızlığı daha asil buluyorum . Her insanı sevecek kadar geniş kalbim olmadığı gibi, her insana kendimi açacak kadar da -ki açtıklarım sırtımdan vursa da-  güvenemiyorum..
Olmadı robotları beklerim ...

21 Eylül 2014 Pazar

Deli kadınları tımarhaneye tıkın..

Son zamanlarda çok fazla görüyorum.Deli kadın başka sever. Hatta sadece o sever. Kadının dibidir, delidir .
Gerçekten bu kadar saçma bir şeye inanan, sevdiği için de deliren varsa helal olsun. Bunalıma girilir,  üzülünür de, delirmek ne, ve  bunu övmek niye?
Seviyorsundur, saçma sapan bir hareket yapmışsındır 'seviyordum , yaptım' dersin. Zaten bu hareketler yapılıyor da, yaptık da . 
Ama hiç kimseye de deli demedik
Delirmek gibi anormal bir hareketi övmek nedir? Aşağıladığın kim? E bu adam da 'normalse' kendi canına kastı da yoksa, iyi yapmış bırakmış seni. Zaten devam etseniz 3. Sayfaya haber olurmuşsunuz.
Deli de başka sevmez ayrıca,  her kadın güzel sever .Deliyse evi başına yıkar ,kıskanır, huzursuzluk çıkarır,arızadır, deli işte! Deliyi evde kim ister?
Çok ağlarlar, çok gülerler, öfkeleri sınırsızdır diye bahsediliyor... 
Ben burada bir delilik göremedim, şahsen bu sıfatların hepsini de yaparım. 
Bana bunları yaptığım için deli diyorlarsa da, o zaman tımarhaneye, söyleyeni tıkarım.
Çok seveceğim, saçmalayacağım, bana deli desinler, öfkem de sınırsız, kırar dökerim, Gözyaşlarım da sınırsızdı, üstüne ağlarım, çünkü güzel severim... Ne güzel istanbul! 
Bu nasıl bir kılıf uydurma, nasıl kendini aşağılamadır.. 
Sevginin bile arkasında duramıyorsun, delirdim, yaptırıma mı sığınıyordun, sevgi cinnet anı mıdır?
Hanımlar akıllı olun, düzgün sevin, hanım olun..
Kimse yanında bir deli istemez, bunu da unutmayın...



Gece jimnastiği yok, mesajı var...

Alkollüyken atılan mesaj başkadır. Kana girdiği an, ya özlenir, ya görmek istenir, ya sesi duyulmak istenir. Bu fasıl da sushi istemek gibi bir şeydir. O bile daha kolaydır, bulunur. Yersin, uyursun.
Mesajı attıktan sonra beklersin. Baktın cevap yok, bir daha, olmadı bir daha, çok ısrarcıysan bir kere daha, olmadı sabaha özür mesajı..
Atılan her mesajda 'özlem' vardır, saf temiz bir özlem .Bazen çalan şarkı da etki eder, gerçi niyet varsa' çak bir selam' çalsa bari', selam 'diyeyim denir
Alkolden güç alıp, mesaj olsun ,arama olsun, her türlü tacizi ben de yaptım...
Pişman mıyım, hayır saf duygumdu o, özlediğimi anlatmama, kasıp da söyleyemediğimi,  güç alıp anlatmaya çalışmamdı..
Anlamadıysa, canı sağolsun
'Son bir kere' göreyim ,konuşayım çağrısına gelen olmaz hiç, ama o mesajı atan insandan da zarar gelmez hiç... 
Yaptığı ,yaşadığı ne olursa olsun, eli gitmiş telefona, bulmuş rehberden adını yazmış..
Bu aşamaları o kafayla yapan insan, seni hakikaten seviyordur. Bunu bildiği halde, sana yazmayan insan da seni hakikaten istemiyordur
Bugün çalan şarkıların bazısında el gitti telefona, sonra 'vazgeç gönül,seni anlayan yok'çalınca fonda, eller çekildi..
Silahına sarılıp 'Allahından bulsun'diyen kabadayılar gibiydik .Yapılacak bir şey olmayınca, kalkıp oynadık..
Kalbin beyninle savaş verir damarda alkol olunca. Galip o an belli olur 'görüldüğü' halde cevap gelmeyince de,  gözde yaş olur
Atmayın demiyorum, rahatlaycaksanız yazın, ben şu ana kadar bir faydasını görmedim, bir sigara yakıp beklemekten başka.. 
İlk başta istek, cevap gelmeyince merak , sonra dileklere, en son özür mesajına kadar yolu vardır da,  gerek var mıdır?
Ya da attığınız ilk mesaja öyle bir cevap gelir ki, ne cevap atabilirsiniz, ne trip yapabilirsiniz  
Kumar gibidir, atarsınız ve zarı beklersiniz 
Ben artık atamayanlardanım,  ama korkumdan, 'yemiyor'derler ya, durumum budur
Ama sarhoşun mektubu okunur . Sarhoş saftır, art niyet düşünmez, o an kötülük bilmez 
İstiyorsanız atın, şu an tam zamanı... Biliyorsanız gelmeyecek cevabı, hiç girmeyin bu işe.. 
Size de geldiyse bu mesaj, kibarlık olsun diye yazmayın, ümit vermeyin, sarhoş unutmaz,  gerisi gelir... 

20 Eylül 2014 Cumartesi

Ev'cilik...


Evlilik konusu açıldığı zaman bununla dalga geçen ,gereksiz bulduğunu, kimseye muhtaç olmadığını söyleyen kadınlara her zaman acırım. Hele ayakkabının altına isim yazılacağı zaman, o kadar lafı,  sözü söylemememiş gibi davrandığı için de samimi de bulmam. Bir insanı hayatına ortak etmenin neresi acizliktir? Denersin olmaz, eyvallah, ama denemeden bilmiş gibi konuşmanın ne anlamı vardır.
Çevremizden etkilendiğimiz her şeyi hayatımızdan çıkarsak, mutlu mu oluruz?
'kötü araba kullanıyor' kullanmayayım, 'içtikçe sapıtıyor' içmeyeyim' , 'işletmede para yokmuş' okumayayım'  mış la,  muş la hayat gitmez, denemeden de bilinmez 
Belli bir yaşa gelindiği zaman 'hadi bakalım sıra sende' sesleri yükselir.. 'senin nasıl yok sevgilin anlamıyorum' .. da yok işte .Yemek yapabiliyorum,ofsaytı biliyorum,cam da sildim ,pazarlık da yaptım, ama bunlar yeterli değil demek.
Olmayınca olmaz,  bu bambaşka bir şeydir.Ama denemeden de bilinmez 
Zaten iş hayatı kadınları erkekleştirdi. Ekip, çalışma arkadaşımız erkek diye her sırlarını da bilir olduk, her işe karışır da olduk, Çenemiz de düştü. Evlilik de, hayatımız da ütopya olarak kaldı .
Ama buna rağmen, hayalini utanç gibi görmek, bunu saklamak, belki de kendine bile itiraf edememek acı gelir bana..
Bu yanlış anlaşılmaya çok açık bir konu.. hiç bir zaman 'evlenelim' diye yalvarmadım, hiç nişan söz de yapmadım ki, isteyen de oldu varmadım!
Ama yaşamadığım bir mevzuyu kötülemedim de .
Hayatın akışına bırakmamız gereken konulardan biridir evlilik. Olur ya da olmaz , rengimizi belli edelim , 'hayırlısı ise' diyelim ...


Bana yalan dünyayı versen giymem !

Bugün Cumartesi! Akşama çoğumuz düğün için, eğlenmek için, kına için, nispet yapmak için onun için bunun için sokaklara dökülücez ama dökülen bazen biz,  bazen de üstümüz başımız olabiliyor.

Selam ben Barbie! 
Konseptli doğum günü partisinde barbie olmamız gerektiği yazılıydı davette, fakat bunu bir tek ben ciddiye almıştım. Barbie'den çok, çocukluğumuzun çakma barbie'si 'Fatoş' bebek gibi geziyordum. Elbisemi çocuk reyonundan almıştım. Pembe ayakkabım bu karenin en güzeli olması rağmen bu kurunun yanında yanmış gitmişti. Gecenin ilerleyen saatlerinde üşüdüğüm için giydiğim eşofman üstü ile barbie'likten, kabağını bekleyen külkedisi gibi dolanmama sebep olmuştu. Konseptli parti çok tehlikeli, çok aşırı da olmayacaksınız, alakasız da. Dengeyi tuturmak, ya da tek bir parça ile kurtarmak en iyisi, yoksa maalesef çok zor.

Selam ben Nur yerlitaş!
Kortizon gibi tehlikeli birşey leopar, dozunu çok iyi ayarlamak gerek. Boyum 1.80 sanıp aldığım elbise!
Bazı kıyafetler üretilirken nasıl beden yazıyorsa, boy da yazsın. Bu boya olmaz densin,  müdahale edilsin! ... Belki yalnız alışverişe çıktım, belki satış danışmanım kotasını doldurmadı, bana satmak zorunda. Aldığımız her eşyanın üstünde, paketinde bir açıklama yapılırken, elbisede neden olmuyor? İşte olsaydı, böyle leopar yavrusu gibi gezinmezdim. Ayağımdaki kırmızı ayakkabı da pempe pati gibi durmuş.
Leoparla bu sene de moda dozunda, kıvamında seksi olunurken kalitesizi, abartılısı malesef yavru kedi gibi dolaşmamıza neden oluyor.. 

Selam ben Piton Pakize !
En yakın kız arkadaşımın doğumgünü idi ve beni bu pantolanla Reina'ya almadılar. Açıkca pantalon yüzünden olduğunu da söylediler. Alkolü fazla kaçıranlar içeriyi yılanlar bastı sanır, kendini denize atar arbade çıkar mı? diye düşünüldü acaba. Arkadaşım pasta kesmek için beni beklerken, ben kapıda içeri girebilmek için yalvardım, sonra kaçak olarak girdim . Daha hala kimin giymesi gerektiğini yazmayacak mı bu etiketler!!!

Selam ben çadır Çiğdem !
Resimde adeta bir ağaç kütüğü gibiyim. Kollarımda dallarım, saçlarım da yeni yeşeriyor. Boğaza karşı vericem fidanlarımı.
Kendimi bu halde sokaklara atmam da özgüven mi diyeyim, şuursuzluk mu diyeyim , ne diyeyim bilemedim.
Yıllar herşeye ilaç olduğu gibi bu duruma da oluyor, öğreniyoruz, deneyerek kendimizi tanıyoruz, tanıyana kadar da böyle renkli kareler yaşanıyor tabii...













18 Eylül 2014 Perşembe

Liseden sonra giyildiğinde kıymetlidir o etek...

Tanıdığım kızlar içinde farklı bir hali vardı Zeynep'in...Çok güzel değildi ama farklıydı,eğlenceliydi..
Buluşmamız gerektiğini söylediğinde, "hayırdır, ne oldu" dedim, "anlatacağım" dedi.. 
Telefonla uğraşırken, kahvesini karıştırken yakaladım, "geldim" dememle, kolumdan tutup oturtması bir oldu
"Çido, liseli eteği bulmam gerek" dedi. "Cadılar bayramı da geçti, ne yapacaksın"dedim. "Çidocum ilişki kurtarıyorum, böyle şeyler ne kadar önemli, sen hiç Cosmopolitan okumuyor musun?" dedi. "yok Zeynocum, artık içiyorum, Cosmopolitanı, bulsam yiyecem hatta" dedim.. 
Konuya alakasız olduğumu anlayınca da, eteği bulmamız gerektiğini anladım 
Kadıköy'deki Huzur Giyim'de garanti vardır dedim, atladık gittik. Lise fantazisinin, neden eski kareli etekle olduğunu anladım, etekler o kadar kötüydü ki, kareli piknik örtüsünü sarsa daha iyi gözükürdü. Yol boyunca bütün okul kıyafeti mağazalarını dolaştık, ama yoktu 
Tam ümidi kesmişken, kafamı kaldırmam ve 'sex shop' görmemle, "Bulduk Zeyno!" diye bağırmam bir oldu.. 
"Ay sen iyice sapıttın" demez mi..Bu neydi şimdi, eşşek kadar kızın lise eteği ile fantazi yapması mantıklı, ama eteği alacağımız yer sex shop olunca sapıtan ben oluyorum?! 
Ya izahım mantıklı geldi, ya da eteği bulamayacağını anladı, ki biz asansöre binip 3.kata çıkmaya başlamışken, "ben konuşmam ama" dedi Zeynep 
"Bence de sus, alalım çıkalım, karnım aç"dedim 
İçeri girdiğimde, kimse bize 'dokunacak' gibi değildi. İrsaliyeler, adresler, koliler, işinde gücünde koşturuyordu insanlar.. 
"Buyur abla" dediğinde biri 'çekilecek dizi için' liseli eteği aradığımızı söyledim. Kim bilir günde kaç kere daha aynı sözü duyup, inanmış gibi yapıp eteği veriyordu.. 
Kaç beden istediğimizi sorduğunda, Zeynep atlayıp "benim kadar" dedi . Bak Allah'ın işine!
Etek hakikaten güzeldi, kalın çorapla normal günde giyilirdi, alıp çıktık..
Dolmuş durağında beklerken, bir yerde gözlük satıldığını gören Zeynep "kız gözlük de alayım güzel olayım" dedi, aldık, çorap zaten vardı.
Artık kuaföre gidip hazırlanma zamanıydı. Sadece iki yandan örgü saç istemişken, kuaför işi abartmış, arkaya krapeler, yanlara balıksırtı karışık bir model yapmıştı. "Özel modern lise modeli" deyip gülmüştüm yüzü düşen Zeynep'e.. 
Keyfi saçından dolayı kaçsa da, makyajı yapılınca güldü gözleri..Eve geldiğimizde "ayy çok heycanlıyımmmm" startı ile hazırlanmaya koyulduk..
Gömlek etek giyildi, olmazsa olmaz beyaz diz üstü çorap ve bacağa kopya da yazalım dedik, sert sessizleri hatırlamak için fıstıkçı şahap, ve einstein'ın E=mc2' yazıp, uzun montunu giyip, eline iki cilt kitap alıp yollara düştü bizimki...Çok güzel olmuştu.. 
Sabah kapının sesine uyandım  Zeynep elinde simitler boynuma atladı "çook beğendi benii, yaa çok güzel bir geceydi, resmimi bile çekti çidom yaaa" dedi "hadi çay yap da simit yiyelim, göbeğim çıkmasın diye yanında su bile içmedim" dedi. Ben mutfağa doğru giderken, Zeynep de, yarısı bozulan örgüsünü müzik eşliğinde açmaya koyuldu... Masada kalan gözlük de bana kısmet oldu...

Aksaray'da 7 Pullu Elbise...


Eski iş yerimdeki ekip muhteşemdi. İyi gün, kötü gün bilmez, akrabadan daha can olur, koştururduk birbirimiz için.
Merve'nin kınası için de tantanaya girdik. Bunun için çalışma saatleri ayarlandı. Merve, Arnavut kökenli olduğu için,kınada 8 elbise değiştirecekti ve bizden de beklentisi şöyleydi: "pullu olun, taşlı olun, olay olun!"
Pullu-taşlı dolapta ne varsa döküp, birbirimize takviye yapıp, saçı başı hallettik ve yollara döküldük. 
Yolumuz Aksaray'dı! 
Fakat yolu bilmiyorduk.
Ama dağ başında değildik ki,taksi vardı. İki gruba ayrılıp taksilere bindik.
Biz üç kişi yarım saat olmadan Aksaray'a gelmiştik. Karnımız aç olduğu için dönerciye girdik. Girip karnımızı doyurup, arkadaşlarımızı beklemeye karar verdik. Yol ortasındaki dönercide beklerken abiye kıyafetlerimizle göz aldığımız için "-Ayranınız bitti mi? -Turşu da alır mısınız? -Çayımız da yeni demlendi!" gibi esnafın bir anda göz bebeği olmuştuk. Fakat arkadaşlarımız hala ortada yoktu! Aradığımızda yolda olduklarını söylediler. Tekrar aradığımızda da artık arkadaşlarımızla değil taksi şoförü ile muhattaptık. Kavga da ediyorduk, ama taksici arkadaşlarımızı gezdirmekte ısrarcıydı.
Takside esir olan arkadaşlarımız bizi aradıklarında -nihayet geldiler! diye düşünürken, taksiyi karakolda durduklarını, taksiciyi şikayet etmek için karakola girdiklerini, taksicinin kaçtığını, polislerin de onlara acıdığını ve ekip arabasıyla kınaya geldiklerini söylediler.
Ekip arabasına doluşan "4 Pullu Elbise" trafiğin çok olması ile yolda inmiş metroya binmişti. 
Tabii işten çıkıp gittiğimiz bu kınada,  elimizde poşetler olmadan olmazdı.
Ekip arabasında ve takside sorun olmayan poşetler, metroya dayanamayarak kopmuş ve bütün çamaşırlar, kıyafetler saçılmıştı, bunun üstüne de çamaşırlar belli olmasın diye bizim kızlar kendilerini poşetlerin üstüne atmışlar. Yolcuların söylenmeleri ve laf sokmaları eşliğinde yolculuğu tamamlamışlar.
Ve kınaya geldiklerinde birbirimizi hiç görmemiş gibi sarıldık ama çok da vakit kaybetmiştik. O yüzden derhal oynadık.

17 Eylül 2014 Çarşamba

Ağlamak güzeldir...


Sevgilim beni telefonla terkettiği için, kapattıktan sonra, artık nasıl yaptıysam,çektiğim bir kare idi bu...
Silmedim... Güldüğüm resimler kadar gerçekti çünkü..
Hepimizin hayatta acısı elbette oluyor, bu acıyı kimimiz içerek, kimimiz dağıtarak, kimimiz dedikodu yaparak atarız; ben bunların yerine oturur ağlarım... 
Bu benim acıyı akıtma yöntemimdir, bana çok da iyi gelir...pat diye tek seferde de bitmez bu ağlama seanslarım, acıya göre değişir...
O kadar çok ağlamışımdır ki, o kişi, ya da olay neyse, biter...
Her akıttığım gözyaşında, biraz daha çıkartırım içimden... 
Allahtan gözyaşları satılıyor artık her eczanede, al doyasıya ağla bitsin...
Ağlamak kendinle yüzleşmedir benim için..Acını elbette dostlar, meyler, sözler de hafifletir ama, ya yastığa başını koyduğunda?
Gizli saklı asla ağlamam, içim çıkana kadar ağlarım...hatta bu yüzden metabolizmam çöker, hastalanırım... 
"Kendine yapıyorsun" derler, evet kendime yapıp zaten dertlenmişim, bırak atayım...
Ağlayanı asla susturmam, bilakis "ağla, anca çıkar içinden" diye gaz veririm...
Özellikle ayrılık sonrası, iki dirhem bir çekirdek bara gidip, eline içkiyi alıp "umurumda değilsin canım" triplerine girmektense, selpakları dizip yatağa kendimi atıp ağlamak, bana ilaç gibi gelir... hele bir de üstüne uyuyorsam, ciladır...mis gibi kalkarım... 
Babamın bir anda hastalığında, iş yerim başta olmak üzere, yolda, hastanede hep ağladım,ağlarken de düşündüm, durumu kabul ettim... 
Olayların içinden çıkamıyorsanız, başkalarına da anlatamıyorsanız, ağlayın..
Bu yaşadığınız olay her ne ise, farklı açılardan bakmanıza sebep olacak, belki gene ağlatacak, belki susturacak, ama bir çare olacaktır.. 
Yanlış anlaşılmak istemem, gözyaşını asla silah gibi kullanmam, zaten bunu kullananlar, sahte gülücükler gibi yakalanırlar...  
İnsanın en iyi dostu kendisi olmalıdır, kendinizden kaçmayın..gülmek kadar güzel bir şey ağlamak, sizi iyileştiren, kendinize getiren... 
MFO bile ne der; "gözyaşlarımızı bitti mi sandın"
Bugun hava yağmurlu imiş İstanbul'da... Açın bu sarkıyı, kendinizle muhasebe yapın... 
Kimse ne görür, ne bilir ağladığınızı... 
Siz bilin, anlatın kendinize yeter... 
İnanın hem içiniz rahatlayacak, hem gözlerinizin içi parlayacak... 

16 Eylül 2014 Salı

Hastane...

Geldiğim gün yaşadığım şok,ve alışma devresi olarak özetleyebilirim durumu,giriş-gelişme-sonuç gibi...
İlk gün sadece yerlerde ağladığım için, hep bende var olduğunu düşündüğün metanetin, aslinda bende olmadığını fark ettim... 
Ortada felaket tellalı gibi gezdiğim için de, faydamdan çok zararım vardı etrafa..Kardeşim kenara çekip beni "kibarca" uyarınca, kendime geldim... 
Normalde hastaneye girdiğim an başım döner, esnerim, ama bu sefer sadece içimi çekip gözümü sildim...
Babamın yapılan testleri, onun sonuçlarını beklerken ki heyecanı hiç bir şeyde yaşamadım..
Doktorun ağzından çıkan her sözü beynime kazıdım, sinirlendirmemek için, mantıklı sorular seçip sordum..
Gözünü açması, su istemesi ise, tekrar gözümü yaşarttı... 
Hiç aklıma gelmeyecek bir sahneyi yaşatmıştı yine bana hayat...Bu sınavı hem ben, hem babam atlatacaktık... 
Babam hastaneye düzenli verdiği kan bağışı harici gitmezdi, fakat artık vücut, verdiği sinyalleri görmeyen babama sert vurmuştu... 
Artık bilinmez bir süre misafirdik burada... Sonuçlar çıktıkça sevindik de, üzüldük de...Canı sıkılan babama tavla, gazete ve dergi takviyesi yaptık...
Hayatta en büyük zevki yemek yemek olan birini nasıl mutlu ederiz şaşırdık.. artık yağ,tuz yoktu... Her yemek geldiğinde askerlik günlerini aradığını söyleyen babam, işin içinden çıkamayınca "bari yemek programı aç, öyle yiyeyim" tesellileri ile yemek yedi..
Zordu hiç kimseye alışmadan, sormadan yaşarken... 
Tuzuna,hareketlerine karışır olmuştuk... 
Ağırıma gidiyordu biliyorum,onun da gidiyordu...
Kendi canıma olsa acımayacak her şey, babam olunca canı yanacak gibi geliyordu...
"Seni bir gelinlikle görsem" sözüne normalde hep sinirlenirken, "torununu bile göreceksin, ne gelinliği" diye düzeltiyordum artik...
İnternetin sağlık sitelerine, facebook`tan çok bakar olmuştum... 
Bu sınavı başarıyla geçecekti babam... Onu ve bizi artık yepyeni bir hayat bekliyordu...
Artık hayatının şekeri,tuzu,yağı biz olacaktık..
Hayatı erteleseniz bile, sağlığınızı ertelemeyin...Ha bugun, ha yarın derseniz, bu yazılardan bir tane de siz yazarsınız... 
Siz yazmayın, bu acıları yaşamayın, kendinize bakın... Önce kendiniz, sonra eşiniz,dostunuz için...


Ya hastalıkta, ya sağlıkta...

Hastalıkta sağlıkta ...
Bu iki zıt kavram aslında çok şeyi özetliyor...
Hayatta bazı şeyleri anlamak için,başımıza bir şey gelmesi hem üzücü, hem de karşımızdaki insanları tanımak için verilmiş çok güzel bir fırsattır...
Sağlıkta hep gördüğünüz insanların hastalık anında yok olması, tatlı bir tesadüf müdür?
Yoksa hayatın "sana başka türlü anlatamazdım canım,daha ne diyeyim demesi midir"
Zor değil, "bir telefon uzaklığındayım" demek, hal hatır sormak... küçükmüş gibi gözüken kıymetli pırlantalar gibidir...
Yaşadığım bu tatsız olayla, çok pırlanta aldım hiç beklemediğim insanlardan...
Pırlanta ilan ettiklerim ise yoktu yanımda, yamacımda..
"aman ben arayıp da rahatsız etmeyeyim, şimdi benimle mi uğraşacak, sonra uğrarım, ararım" zihniyetindeyseniz, bunu yapmayın, bu sadece beyninizin size kendinizi iyi hissetirmesini sağlayan bir oyun...
Şu an derim ki, arayın, sorun, yalnız bırakmayın.. sırt olun, güç olun..
İçkili iken, müzikli yerde yan masa ile de arkadaş olabilirsiniz..Ama ya serumlu, televizyonlu bir odada...?
Farkımızı göstermezsek sıradan oluruz...Bunu bilmeyerek yaptıysanız, yapmayın... 
Hayattaki yerinizi belirlemek aslında çok kolay... Tercih sizin... 



15 Eylül 2014 Pazartesi

Hırslı kadınları hırrrrlatmayın!

Hiç hırslı bir insan olmadım hayatım boyunca. Ne verilirse mutlu oldum, şükrettim olduysa oldu olmadıysa kısmet değilmiş dedim. 
Bunun kaderci olmakla ilgisi yok, ki değilim zaten. Sadece bir tık daha iyi yaşıcam diye paralanmak bana gereksiz gelir.
Her genç kızın başına gelen 'çok zengin tanış-evlen' benim de başıma geldi.
Kısmetin ayağına gelmiş, tepme bir sene evlenir boşanırsın, mis gibi alırsın nafakanı, ... vb. Maalesef çok kadına ödül gibi geliyor. 
İşinden azıcık şikayet ettiğinde "ayy hiç söylenme! Kaçırdın mis gibi kısmeti, çalış sabaha kadar" dendiğinde, "o kafa" yapısıyla kavga edemeyeceğimi bildiğimden hiç uğraşmam çayımı yudumlarım.
Hırslı kadının tek isteği 'para'dır. Yani güçtür ya kariyeri ile ya da güzelliği ile yapar bunu ama yapar. 
Bu kadınlar hayatta hep kazanırlar. İçinizde bir miktar hırs varsa, onu güçlendirin. İyi bir kariyer, sağlam bir gelecek için az da olsa gerekli... Belki de hayat iyilikten anlamıyor, o da zoru seviyor. 


12 Eylül 2014 Cuma

Canım babam


Canım babamın rahatsızlığı yüzünden yazamadım...elim de gitmedi ...Ama dualarınızla herşey yolunda ... Gene günlüğümsü bloguma devam... Destekleriniz için,yanımda olduğunuz için teşekkür ederim

11 Eylül 2014 Perşembe

Bir erkeğe hediye olarak ne yollarsınız? Kol düğmesi?..Çikolata?..Çiğ köfte?..

İlgi göstermek amaçlı, hepimiz hediye yollamışızdır..Ben de yolladım..Çiğ köfte-şalgam..
Annem'in Adana'ya gittiğini söylediğimde, "şalgam da iste,rakı içeriz"demişti..Annem de getirmişti. Gel gör ki, buluşma olamadı...İş çıktı,toplantı var, annemler geldi... Anladım olmayacak, ama gururluyuz ya, lafımızın arkasındayız ya, tabii ki de "anlasın aptal olmadığımı"yı göstermek için şalgamı yollamaya karar verdim..
Kadın milleti, isterse bir ajandan çok daha iyi olabilir..Benim de ev adresini öğrenmem sadece 5 dakikamı aldı..
Ardından, Yurtiçi kargo'yu aradım.Görevli geldi, sarıp sarmaladığım paketi eline aldı ve "bunun içinde ne var" dedi, "hediye" dedim; "ne ama" dedi, "sürpriz" dedim;  "ne ama" dedi bir kez daha, artık daha fazla aptalı oynayamazdım, "şalgam" dedim. Görevli, "biz yiyecek,içecek taşımacılığı yapmıyoruz" dedi, "ama doğum günü, taaa Adana'dan geldi" dememe rağmen, "yok" 
Ben de Aras kargo'yu aradım, ama sonuç aynıydı...
İşten çıktığımda saat 23.00'a geliyordu, elimde şalgam otobüse bindim... Birden kafamda şimşekler çaktı ...
Şalgamın gideceği yer Anadolu yakasındaydı, ve şalgam kuru kuru içilmezdi. Bunu düşünerek, evimizin yakındaki dürümcüye gittim 
"Arkadaşımın doğum günü olduğunu, çiğ köftelerine bayıldığını, ona şalgamla yollamak istediğimi" söyledim..
Adrese baktı, "30 TL'ye olur" dedi..
Anlaştık !!!
Şalgamın üstüne, "gururlu zeki kız" mesajını da yapıştırıp, adresi ve telefonu verdim.."yarın yollarsanız sevinirim" diyerek ayrıldım; "tamam abla,haber veririz" dedi..
Tam yatmaya hazırlanırken, bilmediğim bir numaranın beni aradığını fark ettim..Gece 01.00'dı, bu kimdi? telefonu açtığımda, "abla,ben dürümcüden Salim,evin önündeyim, beyefendinin doğumgünü 3 ay sonraymış, almıyor çiğ köfteyi, sen yanlış biliyormuşsun,ben ne yapayım?" demesiyle!,bütün uykum açıldı! "Nasıl yani?yarın olacaktı..bari bir daha konuşun lütfen"dedim, "tamam abla" dedi, kapadı..
Ardından bir mesaj;
"-Çiğdem sen çiğ köfte mi yolladın?"
Tanrım nereden anlamıştı? "Evet" dedim,
-"ben de çok açtım,sağol" dedi,
Ardından dürümcü gene aradı, "aldı abla"dedi, "biliyorum,sağol"dedim, 
Ardından gene bir mesaj geldi, "şalgam da çiğ köfte de harikaydı, ama neden 5 porsiyon yolladın?"
Kalakalmıştım!! 5 porsiyon neydi, dürümcüyü aradım "yanlış zaman yolladınız onu geçtim de, neden 5 porsiyon yolladınız?" dedim, "30 TL çok demişiz abla, telafi etmek için" dedi...
Ne kendimce şalgamın üstüne yazdığım "giderli" yazı, ne de neden yolladığım, bu karmaşada anlaşılmamıştı.. 
Bir de ertesi gün evinde parti yapmış, ikram olarak da benim çiğ köfteleri sunup resimleri koymuştu!! Eeee bana da like etmek düşer!!!
Ardından, "sayende karnımız doydu,teşekkür ederiz" mesajı da gelmişti.. 
Gençlerin eğlenmesine vesile olmaktan başka hiçbir işe yaramamıştı jestim..
Bu, sadece günlerce arkadaşlarımla güleceğim bir anı olarak kaldı.. 
Ama en önemlisi de, kargolar yemek taşımıyormuş...