29 Eylül 2014 Pazartesi

Doğdum, doğacağıma pişman oldum!

Cumartesi günü 36 yaşıma basacağım. 18 yaşımdan beri doğum günümü kendim organize ediyorum. Pastası, yeri, süsü derken, ilk seneler çok hoşuma gitmişti. Yıllar geçtikçe, bir de iş hayatı, üstüne yorgunluk, azıcık da aksilik gelince, oturup ağlayasım geliyor. Doğum günü işini öyle bir sahiplenmişim ki, hiç sürpriz yapan da olmadı. O kadar çok koşturuyordum ki, bazen doğum günümde en yorgun ben oluyordum eğlence gecesi. Bu zamana kadar ki doğum günlerim içinde en olaylısı, 30 yaşına girdiğim seneki partimdi.
Rahmetli Selim Sesler'in Taksim'de fasılda çıktığını duyunca hemen aradım. Gittim, mezelere baktım, oturulacak yerleri seçtim, pastamı ayarladım, kıyafetimi seçtim, düğün gününü bekleyen gelin gibi beklemeye başladım.
Tabii öncesinde kuaföre gittim, makyajımı yaptırdım, sonra tıkır tıkır mekana gittim. Gittiğimde elektrik yoktu. Gelen arkadaşlarım klasik mum görme espirisi olan "- ay çok romantik olmuş! Benim için mi?" esprilerine tebessüm ettikten sonra gelmeyen elektrikle, mum ışığı eşliğinde 'Live Concert Selim Sesler' başladı. 
Gelen elektrikle birlikte müzikte hareketlenmeye başladı ve oynamaya başladık. 
Her şey yolunda giderken kuzenim bayıldı.
Oynamayı bırakıp koşturduk yanına. Rakıları bıraktık, kolonyayı aldık elimize, avcunu, boynunu ve boğazını ovduk kuzenimin. Bu arada arkadaşım Aslı 'korkudan' ambulansı çağırıyor ama büyük kuzenim hariç kimseye söylemiyor. Zaten Aslı "- söylesek mi Çido'ya?" dediğinde de "- burayı ben zor buldum, ambulans nasıl bulacak?" demesiyle rakı tokuşturmaya devam ediyorlar.
Kuzenim kendine gelip oynamaya başlayınca keyfimiz yerine geliyor, ta ki daracık kapıdan geçmeye çalışan sedyeyi görene kadar. Sedye rahmetli Sesler'in yanına kadar gelmişti. Şaşkın bakışlara Aslı noktayı koydu, 'korkudan aradığını', elinde rakı bardağı ile itiraf etti. Göbek atan kuzenim doktor eşliğinde dışarı çıkartılıp kontrole götürüldü. 
Geldiğinde doktorun yanına değil de wc'ye gidip gelmiş gibiydi ve oynamaya devam etti. 
Bu kadar olaydan sonra pastam geldi. Pastayı annem 'hediyem' demişti. Hediye olacak diye de abartmıştı. Nişan pastası büyüklüğündeydi ve Barbie'nin evi gibi pespembeydi. Görkemli ! pastamı kestikten sonra tekrar oynamaya döndüğümde masanın çoğunun yerinde olmadığını fark ettim. Garson "- herkes tuvalette abla ,kahvesini alan gitti." demesiyle wc'ye gittim. Hakkaten kahvesini yaptıran klozetin kenarına oturmuş, sırasını bekliyordu. O kadar yorulmuştum ki, bu sahne de normal gelmişti bana ...
İçimde tarifsiz bir mutluluk vardı, ama tam 43 kişiydik o gün. Beni görmek isteyen, seven 43 kalp...
Birşeyleri doğru yaptığımın kanıtıydılar. Dostluk emek vermeden olmuyordu, ne güzel ki doğru kalplerle tanışmışım. Barbie evi gibi pastamla onları karşılamışım...

27 Eylül 2014 Cumartesi

Faturalı hattım olsun, 800 lira borcum olsun..

Kontörlü hat kullananlar bilirler. Olmadık zamanda biter. Ararsın, kontör biter, yüzüne kapanır. Mesaj gelir, cevap veremezsin, kontör yoktur. Araman gerekir, ödemeli yaparsın. Ben de bu hengameden kurtulmak için faturalı hatta geçmek istedim. Turkcell'e gittiğimde, üzerime bir fatura veya kredi kartı dökümü istedi. Fakat ikisi de yoktu ben de. Beş karış suratla işime dönüp, iş arkadaşlarıma dert yanarken, içlerinden biri,  Ferit: "- e Çido derdin bu olsun.  Benim üstüme fatura var" demesiyle havalara uçmam bir oldu.
Ertesi gün hattım elimdeydi. Bir de paket yapmıştık, benden mutlusu yoktu. Aradan 3 ay geçmişti ve ben gayet mutlu mesut kullanıyordum telefonumu. Ferit'i ise havalara atıp askere, Eleşkirt'e Ağrı'ya yollamıştık.Günler akıp geçiyordu ki, telefonumu kaybettim. Turkcell'i arayıp, hattı kapattığımı düşünüp, yoluma devam ettim... Ta ki Ferit iş yerinden arayıp, beni telefona isteyene kadar...
Ferit'i ev sahibi arayıp, Turkcell'den haciz kağıdı geldiğini söylemiş. Ferit de beni arayıp, Turkcell'le konuştuğunu, hat kapanmadığı için, aylık paketin her ay işlediğini, toplamda 800 milyon borcum olduğunu öğrenmiş. Hattı kapatmak için de bir Turkcell şubesine gitmesi gerekiyormuş. Fakat Ağrı'da Turkcell yokmuş. Doğuda askerlik yaptığı yetmezmiş gibi, bir de böyle angarya işler çıkmasına rağmen, hiç birşey demedi Ferit..
İşin içinden çıkamadığımız için, komutan askerde olduğuna dair bir belgeyi Turkcell'e faxladı ve hattım hakikaten kapandı. Ben ise elimde kredi kartı, gittiğim Turkcell bayisinde tek tek çekilen slipleri imzalıyordum. 5. slipten sonra ağlamaya başlamıştım. Sistem gereği, her ayı tek tek imzalamam gerekiyormuş. Kullanmadığım hatta verdiğim paraya mı yanayım, arkadaşıma rezil olmama mı... Turkcell, Selocan kadar sevimli değil...

7'den 70'e evcilik

Küçükken ne severdik Barbie'yi giydirip gezmeye götürmeyi. Ken ile buluşturup yemek yedirmeyi. Arkasından arkadaşlarına ev ziyaretine yollayıp üst baş değiştirmeyi.
Aradan yıllar geçti okul bitti iş hayatına atıldık . Ha oldu ha olacak dediğimiz bide ilişkimiz oldu ama birşey olmadı . Yapıcak birşey olmadığı için tekrar çocukluğumuza dönüp oyunun içine kendimizi sokuyoruz.
Aslında bunu keşke Barbie'lerle yapsak.Çünkü kadınlığın doğasındaki sahiplenme,özlem,korumacılığı hayatımızdaki adamla tatmin etmeye çalışıyoruz. Oyunun içinde oyunu kurmaya çalışıyoruz . 
Barbie gibi topuklularla gezip ,ken'imize yemekler yapıp, havuza girip ,sevilmek, salınmak aslında arzumuz ama yanlış anlaşılıyoruz. Olacağıda kaçırıyoruz .
Hergün yaptığımız yemeği sevdiğimize yapınca bir başka olmuyormu ? Kurulan sofrada on kere eksik varmı diye bakıp peçeteyle tabağın renk uyumuna dikkat edip ,bıçağı ,çatalı parlatmıyormuyuz?Üstelik bunu terfi almış gibi bir kalp çarpıntısı ile titreyen ellerle heycanla,özlemle,aşkla yapmıyormuyuz?
Elde evrak taşımaktan ,toplantıya girip patronlarla çarpışmaktan unuttuğumuz dişiliğimizi hatırlamak 'beklenti' olarak algılansada bunuda oyun gibi düşünüp o anın tadını çıkarmak en iyisi 
Varsın yanlış anlasınlar oyunu bitirsinler . Elbet bizi anlayan Ken gelicek 

25 Eylül 2014 Perşembe

Gidemiyorum, çünkü elimde çanta..

Tan'ın meşhur 'çanta' şarkısını hayatıma uyarlasam durumum tam böyle olurdu
Hiç bir zaman küçük,sevimli bir çantam olamadı, nerde bavul tipi çanta var hepsi malesef bende
Özenip de aldığım minik çantaları kullandığımda ise durum daha vahim oluyor . Çünkü bu sefer de poşetlere giriyor . Yanlış anlaşılmasın yeni bişey almıyorum 'yanımda olsun'lar yüzünden bunlar
Makyaj çantası,su,kitap,defter,şekerim düşer açlıktan ölürüm diye bir gofret,el kremi,termos, ağrı kesici,yedek kıyafet,ayakkabı her zaman yanımdadır . Bunlardan biri yanımda olmayınca tedirgin olurum bazen haftalarca işime yaramaz olsun dursun derim 
Günlük hayatta zaten hamal gibi gezmeye alıştığım için sorun olmuyor ama tatilde durumum daha içler acısı . Sanki dinlenmeye değil defileye gidiyor bütün dolabı bavula aldığım yetmezmiş gibi takmadığım kolyeler kapanmış kulağıma kupeleri bile alırım . Olsun dursun aklımda kalıcağına yanımda olsun .
Filimlerde gördüğüm evi terk etme sahnelerini hep tekrar sarar izlerim nasıl anında o bavulu açıp da dolduruverirler hemen . Ben işe giderken 20 dk dikilirim önünde gene bulamam birşey, bir kahve yapar, yaparken de kafamda kurar son yudumda, "bari bunu giyeyim" der çıkarım 
İnternetten alışveriş yapılacaksa, en son alınacak şey kesinlikle çantadır. Özenerek seçip aldığım çantalar, resimdekilerle hep alakasız çıkar . Hep küçük,  hep renk tonları alakasız .Alıp mutlu olduğum 'geri dönüşüm' ile yapılmış pikap çantamdır. Onu da sadece bir kez takabildim,  çünkü kız arkadaşım üstüne oturup kırdı.
Erkek arkadaşımın olduğu dönem, buluşacaksam Cevahir'de ki kız arkadaşlarımın başını ağrıtırdım hele bir de biri olumsuz bir şey söylemişse, baştan kombin yapardım 
 Eşantiyon çanta ise kesinlikle en etkili pazarlama yöntemi. sanki her dakika seyahate gidermiş gibi aldığım seyahat çantaları, eşe dosta verip mutlu etmekten başka hiçbir işe yaramadı.Hiçbir zaman kullanmadığım o çantaları almak için limiti tamamlar, alır bir 'ohh' çekerim 
Günlük kullandığım çantalar da bu kadar yüke ya 2 ayda deforme olur, ya da çok sık başıma gelen termosın açılıp devrilmesi ile hayatımdan çıkarlar 
Herhalde ikinci bir işim olsa, kesin nakliyeci olurdum. Bavula, çantaya çok başarılı bir biçimde 'sıkıştırırım' yanıma alacaklarımı çünkü. Gece çantam genelde zarf olur, ki topuklu ayağımı ağrıttı an babeti ayağıma geçirir çıkardığım ayakkabıyı da koymak için bir ayakkabı poşeti sığdırırım .
Küçük çanta kullanan kadınlara hep imrenicem, kaplumbağa gibi gezdiğim için de kamburum hep artacak, ne yapayım ben böyleyim... 

22 Eylül 2014 Pazartesi

Deterjanı bile yedekliyoruz, ya hayatımızdakileri..

'Hayatta üzülmek istemiyorsan her şeyin yedeğini yapmalısın' der kız arkadaşım .
Bana ilk söylediğinde çok dikkate almamıştım, ama zamanla o haklı çıktı
'Hesapsız fedakarlığı' dostlukta, arkadaşlıkta,ailede,sevgilide öğreniriz ... Yapamayacağımız yoktur bu insanlar için, kansa kan, cansa can . Hiç bitmeyecek, hiç bırakmayacak biliriz. Sonra da hayatın ne kadar ders dolu olduğunu, bu insanlar pat diye hayatımızdan çıkarak anlatırlar.
Aile,sevgili,arkadaş,sevgili...hepsi farklı sebeplerle çıkarlar, ama aynı dersi verirler... Kimseye güvenmemeyi..
O andan sonra yeminler ederiz, ne kimseyi seveceğimize ne de inanacağımıza,  ama kısa sürer.  
Kız arkadaşım 2.bir dost , arkadaş, sevgili yedekler. Bitti mi 2. Devreye girer,  yanlızlık çekmez. Bana çok zalimce gelmişti.
Hem tek bir insana güvenecek kadar samimi olmayacak, hem de yalnız kalmayacak 
Tamamen mantık üstüne kurulu. Şüphelenirse ya da sıkılırsa hop 2. Devreye girecek . Kimsenin canı yanmayacak . Alan memnun, satan memnun
Çok yakın zamanda 2 robot yaparlar, onlarla dertleşir,konuşuruz.. maksat yalnız kalmamak madem.
Ben de maddi, manevi çok darbe yedim . Yedikçe de değişen bir şey olmadı 
Verdiği zarardan çok, içimde kalan boşluk ' beni hiç mi sevmedi' sorusuyla kaldım baş başa.
Hatırlar mı ,üzülür mü,döner mi??
Yenilen pehlivan güreşe doymaz misali bir de ben ararım, 'dönülür mü eski günlere' , bir daha denesek diye.. 
Bu çağrı yalnızlıktan değildir,  bu devirde kimse yalnız kalmaz . Bu çağrı herkeste bulamadığın o sevginin peşinden koşmaktır.
Genelde hep olumsuzluklarla gelir cevap, ya da cevap bile gelmez.. 
Ben ne kadar mantıklı gelse de insan yedeklemiyorum . Kaliteli yalnızlığı daha asil buluyorum . Her insanı sevecek kadar geniş kalbim olmadığı gibi, her insana kendimi açacak kadar da -ki açtıklarım sırtımdan vursa da-  güvenemiyorum..
Olmadı robotları beklerim ...

21 Eylül 2014 Pazar

Deli kadınları tımarhaneye tıkın..

Son zamanlarda çok fazla görüyorum.Deli kadın başka sever. Hatta sadece o sever. Kadının dibidir, delidir .
Gerçekten bu kadar saçma bir şeye inanan, sevdiği için de deliren varsa helal olsun. Bunalıma girilir,  üzülünür de, delirmek ne, ve  bunu övmek niye?
Seviyorsundur, saçma sapan bir hareket yapmışsındır 'seviyordum , yaptım' dersin. Zaten bu hareketler yapılıyor da, yaptık da . 
Ama hiç kimseye de deli demedik
Delirmek gibi anormal bir hareketi övmek nedir? Aşağıladığın kim? E bu adam da 'normalse' kendi canına kastı da yoksa, iyi yapmış bırakmış seni. Zaten devam etseniz 3. Sayfaya haber olurmuşsunuz.
Deli de başka sevmez ayrıca,  her kadın güzel sever .Deliyse evi başına yıkar ,kıskanır, huzursuzluk çıkarır,arızadır, deli işte! Deliyi evde kim ister?
Çok ağlarlar, çok gülerler, öfkeleri sınırsızdır diye bahsediliyor... 
Ben burada bir delilik göremedim, şahsen bu sıfatların hepsini de yaparım. 
Bana bunları yaptığım için deli diyorlarsa da, o zaman tımarhaneye, söyleyeni tıkarım.
Çok seveceğim, saçmalayacağım, bana deli desinler, öfkem de sınırsız, kırar dökerim, Gözyaşlarım da sınırsızdı, üstüne ağlarım, çünkü güzel severim... Ne güzel istanbul! 
Bu nasıl bir kılıf uydurma, nasıl kendini aşağılamadır.. 
Sevginin bile arkasında duramıyorsun, delirdim, yaptırıma mı sığınıyordun, sevgi cinnet anı mıdır?
Hanımlar akıllı olun, düzgün sevin, hanım olun..
Kimse yanında bir deli istemez, bunu da unutmayın...



Gece jimnastiği yok, mesajı var...

Alkollüyken atılan mesaj başkadır. Kana girdiği an, ya özlenir, ya görmek istenir, ya sesi duyulmak istenir. Bu fasıl da sushi istemek gibi bir şeydir. O bile daha kolaydır, bulunur. Yersin, uyursun.
Mesajı attıktan sonra beklersin. Baktın cevap yok, bir daha, olmadı bir daha, çok ısrarcıysan bir kere daha, olmadı sabaha özür mesajı..
Atılan her mesajda 'özlem' vardır, saf temiz bir özlem .Bazen çalan şarkı da etki eder, gerçi niyet varsa' çak bir selam' çalsa bari', selam 'diyeyim denir
Alkolden güç alıp, mesaj olsun ,arama olsun, her türlü tacizi ben de yaptım...
Pişman mıyım, hayır saf duygumdu o, özlediğimi anlatmama, kasıp da söyleyemediğimi,  güç alıp anlatmaya çalışmamdı..
Anlamadıysa, canı sağolsun
'Son bir kere' göreyim ,konuşayım çağrısına gelen olmaz hiç, ama o mesajı atan insandan da zarar gelmez hiç... 
Yaptığı ,yaşadığı ne olursa olsun, eli gitmiş telefona, bulmuş rehberden adını yazmış..
Bu aşamaları o kafayla yapan insan, seni hakikaten seviyordur. Bunu bildiği halde, sana yazmayan insan da seni hakikaten istemiyordur
Bugün çalan şarkıların bazısında el gitti telefona, sonra 'vazgeç gönül,seni anlayan yok'çalınca fonda, eller çekildi..
Silahına sarılıp 'Allahından bulsun'diyen kabadayılar gibiydik .Yapılacak bir şey olmayınca, kalkıp oynadık..
Kalbin beyninle savaş verir damarda alkol olunca. Galip o an belli olur 'görüldüğü' halde cevap gelmeyince de,  gözde yaş olur
Atmayın demiyorum, rahatlaycaksanız yazın, ben şu ana kadar bir faydasını görmedim, bir sigara yakıp beklemekten başka.. 
İlk başta istek, cevap gelmeyince merak , sonra dileklere, en son özür mesajına kadar yolu vardır da,  gerek var mıdır?
Ya da attığınız ilk mesaja öyle bir cevap gelir ki, ne cevap atabilirsiniz, ne trip yapabilirsiniz  
Kumar gibidir, atarsınız ve zarı beklersiniz 
Ben artık atamayanlardanım,  ama korkumdan, 'yemiyor'derler ya, durumum budur
Ama sarhoşun mektubu okunur . Sarhoş saftır, art niyet düşünmez, o an kötülük bilmez 
İstiyorsanız atın, şu an tam zamanı... Biliyorsanız gelmeyecek cevabı, hiç girmeyin bu işe.. 
Size de geldiyse bu mesaj, kibarlık olsun diye yazmayın, ümit vermeyin, sarhoş unutmaz,  gerisi gelir... 

20 Eylül 2014 Cumartesi

Ev'cilik...


Evlilik konusu açıldığı zaman bununla dalga geçen ,gereksiz bulduğunu, kimseye muhtaç olmadığını söyleyen kadınlara her zaman acırım. Hele ayakkabının altına isim yazılacağı zaman, o kadar lafı,  sözü söylemememiş gibi davrandığı için de samimi de bulmam. Bir insanı hayatına ortak etmenin neresi acizliktir? Denersin olmaz, eyvallah, ama denemeden bilmiş gibi konuşmanın ne anlamı vardır.
Çevremizden etkilendiğimiz her şeyi hayatımızdan çıkarsak, mutlu mu oluruz?
'kötü araba kullanıyor' kullanmayayım, 'içtikçe sapıtıyor' içmeyeyim' , 'işletmede para yokmuş' okumayayım'  mış la,  muş la hayat gitmez, denemeden de bilinmez 
Belli bir yaşa gelindiği zaman 'hadi bakalım sıra sende' sesleri yükselir.. 'senin nasıl yok sevgilin anlamıyorum' .. da yok işte .Yemek yapabiliyorum,ofsaytı biliyorum,cam da sildim ,pazarlık da yaptım, ama bunlar yeterli değil demek.
Olmayınca olmaz,  bu bambaşka bir şeydir.Ama denemeden de bilinmez 
Zaten iş hayatı kadınları erkekleştirdi. Ekip, çalışma arkadaşımız erkek diye her sırlarını da bilir olduk, her işe karışır da olduk, Çenemiz de düştü. Evlilik de, hayatımız da ütopya olarak kaldı .
Ama buna rağmen, hayalini utanç gibi görmek, bunu saklamak, belki de kendine bile itiraf edememek acı gelir bana..
Bu yanlış anlaşılmaya çok açık bir konu.. hiç bir zaman 'evlenelim' diye yalvarmadım, hiç nişan söz de yapmadım ki, isteyen de oldu varmadım!
Ama yaşamadığım bir mevzuyu kötülemedim de .
Hayatın akışına bırakmamız gereken konulardan biridir evlilik. Olur ya da olmaz , rengimizi belli edelim , 'hayırlısı ise' diyelim ...


Bana yalan dünyayı versen giymem !

Bugün Cumartesi! Akşama çoğumuz düğün için, eğlenmek için, kına için, nispet yapmak için onun için bunun için sokaklara dökülücez ama dökülen bazen biz,  bazen de üstümüz başımız olabiliyor.

Selam ben Barbie! 
Konseptli doğum günü partisinde barbie olmamız gerektiği yazılıydı davette, fakat bunu bir tek ben ciddiye almıştım. Barbie'den çok, çocukluğumuzun çakma barbie'si 'Fatoş' bebek gibi geziyordum. Elbisemi çocuk reyonundan almıştım. Pembe ayakkabım bu karenin en güzeli olması rağmen bu kurunun yanında yanmış gitmişti. Gecenin ilerleyen saatlerinde üşüdüğüm için giydiğim eşofman üstü ile barbie'likten, kabağını bekleyen külkedisi gibi dolanmama sebep olmuştu. Konseptli parti çok tehlikeli, çok aşırı da olmayacaksınız, alakasız da. Dengeyi tuturmak, ya da tek bir parça ile kurtarmak en iyisi, yoksa maalesef çok zor.

Selam ben Nur yerlitaş!
Kortizon gibi tehlikeli birşey leopar, dozunu çok iyi ayarlamak gerek. Boyum 1.80 sanıp aldığım elbise!
Bazı kıyafetler üretilirken nasıl beden yazıyorsa, boy da yazsın. Bu boya olmaz densin,  müdahale edilsin! ... Belki yalnız alışverişe çıktım, belki satış danışmanım kotasını doldurmadı, bana satmak zorunda. Aldığımız her eşyanın üstünde, paketinde bir açıklama yapılırken, elbisede neden olmuyor? İşte olsaydı, böyle leopar yavrusu gibi gezinmezdim. Ayağımdaki kırmızı ayakkabı da pempe pati gibi durmuş.
Leoparla bu sene de moda dozunda, kıvamında seksi olunurken kalitesizi, abartılısı malesef yavru kedi gibi dolaşmamıza neden oluyor.. 

Selam ben Piton Pakize !
En yakın kız arkadaşımın doğumgünü idi ve beni bu pantolanla Reina'ya almadılar. Açıkca pantalon yüzünden olduğunu da söylediler. Alkolü fazla kaçıranlar içeriyi yılanlar bastı sanır, kendini denize atar arbade çıkar mı? diye düşünüldü acaba. Arkadaşım pasta kesmek için beni beklerken, ben kapıda içeri girebilmek için yalvardım, sonra kaçak olarak girdim . Daha hala kimin giymesi gerektiğini yazmayacak mı bu etiketler!!!

Selam ben çadır Çiğdem !
Resimde adeta bir ağaç kütüğü gibiyim. Kollarımda dallarım, saçlarım da yeni yeşeriyor. Boğaza karşı vericem fidanlarımı.
Kendimi bu halde sokaklara atmam da özgüven mi diyeyim, şuursuzluk mu diyeyim , ne diyeyim bilemedim.
Yıllar herşeye ilaç olduğu gibi bu duruma da oluyor, öğreniyoruz, deneyerek kendimizi tanıyoruz, tanıyana kadar da böyle renkli kareler yaşanıyor tabii...













18 Eylül 2014 Perşembe

Liseden sonra giyildiğinde kıymetlidir o etek...

Tanıdığım kızlar içinde farklı bir hali vardı Zeynep'in...Çok güzel değildi ama farklıydı,eğlenceliydi..
Buluşmamız gerektiğini söylediğinde, "hayırdır, ne oldu" dedim, "anlatacağım" dedi.. 
Telefonla uğraşırken, kahvesini karıştırken yakaladım, "geldim" dememle, kolumdan tutup oturtması bir oldu
"Çido, liseli eteği bulmam gerek" dedi. "Cadılar bayramı da geçti, ne yapacaksın"dedim. "Çidocum ilişki kurtarıyorum, böyle şeyler ne kadar önemli, sen hiç Cosmopolitan okumuyor musun?" dedi. "yok Zeynocum, artık içiyorum, Cosmopolitanı, bulsam yiyecem hatta" dedim.. 
Konuya alakasız olduğumu anlayınca da, eteği bulmamız gerektiğini anladım 
Kadıköy'deki Huzur Giyim'de garanti vardır dedim, atladık gittik. Lise fantazisinin, neden eski kareli etekle olduğunu anladım, etekler o kadar kötüydü ki, kareli piknik örtüsünü sarsa daha iyi gözükürdü. Yol boyunca bütün okul kıyafeti mağazalarını dolaştık, ama yoktu 
Tam ümidi kesmişken, kafamı kaldırmam ve 'sex shop' görmemle, "Bulduk Zeyno!" diye bağırmam bir oldu.. 
"Ay sen iyice sapıttın" demez mi..Bu neydi şimdi, eşşek kadar kızın lise eteği ile fantazi yapması mantıklı, ama eteği alacağımız yer sex shop olunca sapıtan ben oluyorum?! 
Ya izahım mantıklı geldi, ya da eteği bulamayacağını anladı, ki biz asansöre binip 3.kata çıkmaya başlamışken, "ben konuşmam ama" dedi Zeynep 
"Bence de sus, alalım çıkalım, karnım aç"dedim 
İçeri girdiğimde, kimse bize 'dokunacak' gibi değildi. İrsaliyeler, adresler, koliler, işinde gücünde koşturuyordu insanlar.. 
"Buyur abla" dediğinde biri 'çekilecek dizi için' liseli eteği aradığımızı söyledim. Kim bilir günde kaç kere daha aynı sözü duyup, inanmış gibi yapıp eteği veriyordu.. 
Kaç beden istediğimizi sorduğunda, Zeynep atlayıp "benim kadar" dedi . Bak Allah'ın işine!
Etek hakikaten güzeldi, kalın çorapla normal günde giyilirdi, alıp çıktık..
Dolmuş durağında beklerken, bir yerde gözlük satıldığını gören Zeynep "kız gözlük de alayım güzel olayım" dedi, aldık, çorap zaten vardı.
Artık kuaföre gidip hazırlanma zamanıydı. Sadece iki yandan örgü saç istemişken, kuaför işi abartmış, arkaya krapeler, yanlara balıksırtı karışık bir model yapmıştı. "Özel modern lise modeli" deyip gülmüştüm yüzü düşen Zeynep'e.. 
Keyfi saçından dolayı kaçsa da, makyajı yapılınca güldü gözleri..Eve geldiğimizde "ayy çok heycanlıyımmmm" startı ile hazırlanmaya koyulduk..
Gömlek etek giyildi, olmazsa olmaz beyaz diz üstü çorap ve bacağa kopya da yazalım dedik, sert sessizleri hatırlamak için fıstıkçı şahap, ve einstein'ın E=mc2' yazıp, uzun montunu giyip, eline iki cilt kitap alıp yollara düştü bizimki...Çok güzel olmuştu.. 
Sabah kapının sesine uyandım  Zeynep elinde simitler boynuma atladı "çook beğendi benii, yaa çok güzel bir geceydi, resmimi bile çekti çidom yaaa" dedi "hadi çay yap da simit yiyelim, göbeğim çıkmasın diye yanında su bile içmedim" dedi. Ben mutfağa doğru giderken, Zeynep de, yarısı bozulan örgüsünü müzik eşliğinde açmaya koyuldu... Masada kalan gözlük de bana kısmet oldu...

Aksaray'da 7 Pullu Elbise...


Eski iş yerimdeki ekip muhteşemdi. İyi gün, kötü gün bilmez, akrabadan daha can olur, koştururduk birbirimiz için.
Merve'nin kınası için de tantanaya girdik. Bunun için çalışma saatleri ayarlandı. Merve, Arnavut kökenli olduğu için,kınada 8 elbise değiştirecekti ve bizden de beklentisi şöyleydi: "pullu olun, taşlı olun, olay olun!"
Pullu-taşlı dolapta ne varsa döküp, birbirimize takviye yapıp, saçı başı hallettik ve yollara döküldük. 
Yolumuz Aksaray'dı! 
Fakat yolu bilmiyorduk.
Ama dağ başında değildik ki,taksi vardı. İki gruba ayrılıp taksilere bindik.
Biz üç kişi yarım saat olmadan Aksaray'a gelmiştik. Karnımız aç olduğu için dönerciye girdik. Girip karnımızı doyurup, arkadaşlarımızı beklemeye karar verdik. Yol ortasındaki dönercide beklerken abiye kıyafetlerimizle göz aldığımız için "-Ayranınız bitti mi? -Turşu da alır mısınız? -Çayımız da yeni demlendi!" gibi esnafın bir anda göz bebeği olmuştuk. Fakat arkadaşlarımız hala ortada yoktu! Aradığımızda yolda olduklarını söylediler. Tekrar aradığımızda da artık arkadaşlarımızla değil taksi şoförü ile muhattaptık. Kavga da ediyorduk, ama taksici arkadaşlarımızı gezdirmekte ısrarcıydı.
Takside esir olan arkadaşlarımız bizi aradıklarında -nihayet geldiler! diye düşünürken, taksiyi karakolda durduklarını, taksiciyi şikayet etmek için karakola girdiklerini, taksicinin kaçtığını, polislerin de onlara acıdığını ve ekip arabasıyla kınaya geldiklerini söylediler.
Ekip arabasına doluşan "4 Pullu Elbise" trafiğin çok olması ile yolda inmiş metroya binmişti. 
Tabii işten çıkıp gittiğimiz bu kınada,  elimizde poşetler olmadan olmazdı.
Ekip arabasında ve takside sorun olmayan poşetler, metroya dayanamayarak kopmuş ve bütün çamaşırlar, kıyafetler saçılmıştı, bunun üstüne de çamaşırlar belli olmasın diye bizim kızlar kendilerini poşetlerin üstüne atmışlar. Yolcuların söylenmeleri ve laf sokmaları eşliğinde yolculuğu tamamlamışlar.
Ve kınaya geldiklerinde birbirimizi hiç görmemiş gibi sarıldık ama çok da vakit kaybetmiştik. O yüzden derhal oynadık.

17 Eylül 2014 Çarşamba

Ağlamak güzeldir...


Sevgilim beni telefonla terkettiği için, kapattıktan sonra, artık nasıl yaptıysam,çektiğim bir kare idi bu...
Silmedim... Güldüğüm resimler kadar gerçekti çünkü..
Hepimizin hayatta acısı elbette oluyor, bu acıyı kimimiz içerek, kimimiz dağıtarak, kimimiz dedikodu yaparak atarız; ben bunların yerine oturur ağlarım... 
Bu benim acıyı akıtma yöntemimdir, bana çok da iyi gelir...pat diye tek seferde de bitmez bu ağlama seanslarım, acıya göre değişir...
O kadar çok ağlamışımdır ki, o kişi, ya da olay neyse, biter...
Her akıttığım gözyaşında, biraz daha çıkartırım içimden... 
Allahtan gözyaşları satılıyor artık her eczanede, al doyasıya ağla bitsin...
Ağlamak kendinle yüzleşmedir benim için..Acını elbette dostlar, meyler, sözler de hafifletir ama, ya yastığa başını koyduğunda?
Gizli saklı asla ağlamam, içim çıkana kadar ağlarım...hatta bu yüzden metabolizmam çöker, hastalanırım... 
"Kendine yapıyorsun" derler, evet kendime yapıp zaten dertlenmişim, bırak atayım...
Ağlayanı asla susturmam, bilakis "ağla, anca çıkar içinden" diye gaz veririm...
Özellikle ayrılık sonrası, iki dirhem bir çekirdek bara gidip, eline içkiyi alıp "umurumda değilsin canım" triplerine girmektense, selpakları dizip yatağa kendimi atıp ağlamak, bana ilaç gibi gelir... hele bir de üstüne uyuyorsam, ciladır...mis gibi kalkarım... 
Babamın bir anda hastalığında, iş yerim başta olmak üzere, yolda, hastanede hep ağladım,ağlarken de düşündüm, durumu kabul ettim... 
Olayların içinden çıkamıyorsanız, başkalarına da anlatamıyorsanız, ağlayın..
Bu yaşadığınız olay her ne ise, farklı açılardan bakmanıza sebep olacak, belki gene ağlatacak, belki susturacak, ama bir çare olacaktır.. 
Yanlış anlaşılmak istemem, gözyaşını asla silah gibi kullanmam, zaten bunu kullananlar, sahte gülücükler gibi yakalanırlar...  
İnsanın en iyi dostu kendisi olmalıdır, kendinizden kaçmayın..gülmek kadar güzel bir şey ağlamak, sizi iyileştiren, kendinize getiren... 
MFO bile ne der; "gözyaşlarımızı bitti mi sandın"
Bugun hava yağmurlu imiş İstanbul'da... Açın bu sarkıyı, kendinizle muhasebe yapın... 
Kimse ne görür, ne bilir ağladığınızı... 
Siz bilin, anlatın kendinize yeter... 
İnanın hem içiniz rahatlayacak, hem gözlerinizin içi parlayacak... 

16 Eylül 2014 Salı

Hastane...

Geldiğim gün yaşadığım şok,ve alışma devresi olarak özetleyebilirim durumu,giriş-gelişme-sonuç gibi...
İlk gün sadece yerlerde ağladığım için, hep bende var olduğunu düşündüğün metanetin, aslinda bende olmadığını fark ettim... 
Ortada felaket tellalı gibi gezdiğim için de, faydamdan çok zararım vardı etrafa..Kardeşim kenara çekip beni "kibarca" uyarınca, kendime geldim... 
Normalde hastaneye girdiğim an başım döner, esnerim, ama bu sefer sadece içimi çekip gözümü sildim...
Babamın yapılan testleri, onun sonuçlarını beklerken ki heyecanı hiç bir şeyde yaşamadım..
Doktorun ağzından çıkan her sözü beynime kazıdım, sinirlendirmemek için, mantıklı sorular seçip sordum..
Gözünü açması, su istemesi ise, tekrar gözümü yaşarttı... 
Hiç aklıma gelmeyecek bir sahneyi yaşatmıştı yine bana hayat...Bu sınavı hem ben, hem babam atlatacaktık... 
Babam hastaneye düzenli verdiği kan bağışı harici gitmezdi, fakat artık vücut, verdiği sinyalleri görmeyen babama sert vurmuştu... 
Artık bilinmez bir süre misafirdik burada... Sonuçlar çıktıkça sevindik de, üzüldük de...Canı sıkılan babama tavla, gazete ve dergi takviyesi yaptık...
Hayatta en büyük zevki yemek yemek olan birini nasıl mutlu ederiz şaşırdık.. artık yağ,tuz yoktu... Her yemek geldiğinde askerlik günlerini aradığını söyleyen babam, işin içinden çıkamayınca "bari yemek programı aç, öyle yiyeyim" tesellileri ile yemek yedi..
Zordu hiç kimseye alışmadan, sormadan yaşarken... 
Tuzuna,hareketlerine karışır olmuştuk... 
Ağırıma gidiyordu biliyorum,onun da gidiyordu...
Kendi canıma olsa acımayacak her şey, babam olunca canı yanacak gibi geliyordu...
"Seni bir gelinlikle görsem" sözüne normalde hep sinirlenirken, "torununu bile göreceksin, ne gelinliği" diye düzeltiyordum artik...
İnternetin sağlık sitelerine, facebook`tan çok bakar olmuştum... 
Bu sınavı başarıyla geçecekti babam... Onu ve bizi artık yepyeni bir hayat bekliyordu...
Artık hayatının şekeri,tuzu,yağı biz olacaktık..
Hayatı erteleseniz bile, sağlığınızı ertelemeyin...Ha bugun, ha yarın derseniz, bu yazılardan bir tane de siz yazarsınız... 
Siz yazmayın, bu acıları yaşamayın, kendinize bakın... Önce kendiniz, sonra eşiniz,dostunuz için...


Ya hastalıkta, ya sağlıkta...

Hastalıkta sağlıkta ...
Bu iki zıt kavram aslında çok şeyi özetliyor...
Hayatta bazı şeyleri anlamak için,başımıza bir şey gelmesi hem üzücü, hem de karşımızdaki insanları tanımak için verilmiş çok güzel bir fırsattır...
Sağlıkta hep gördüğünüz insanların hastalık anında yok olması, tatlı bir tesadüf müdür?
Yoksa hayatın "sana başka türlü anlatamazdım canım,daha ne diyeyim demesi midir"
Zor değil, "bir telefon uzaklığındayım" demek, hal hatır sormak... küçükmüş gibi gözüken kıymetli pırlantalar gibidir...
Yaşadığım bu tatsız olayla, çok pırlanta aldım hiç beklemediğim insanlardan...
Pırlanta ilan ettiklerim ise yoktu yanımda, yamacımda..
"aman ben arayıp da rahatsız etmeyeyim, şimdi benimle mi uğraşacak, sonra uğrarım, ararım" zihniyetindeyseniz, bunu yapmayın, bu sadece beyninizin size kendinizi iyi hissetirmesini sağlayan bir oyun...
Şu an derim ki, arayın, sorun, yalnız bırakmayın.. sırt olun, güç olun..
İçkili iken, müzikli yerde yan masa ile de arkadaş olabilirsiniz..Ama ya serumlu, televizyonlu bir odada...?
Farkımızı göstermezsek sıradan oluruz...Bunu bilmeyerek yaptıysanız, yapmayın... 
Hayattaki yerinizi belirlemek aslında çok kolay... Tercih sizin... 



15 Eylül 2014 Pazartesi

Hırslı kadınları hırrrrlatmayın!

Hiç hırslı bir insan olmadım hayatım boyunca. Ne verilirse mutlu oldum, şükrettim olduysa oldu olmadıysa kısmet değilmiş dedim. 
Bunun kaderci olmakla ilgisi yok, ki değilim zaten. Sadece bir tık daha iyi yaşıcam diye paralanmak bana gereksiz gelir.
Her genç kızın başına gelen 'çok zengin tanış-evlen' benim de başıma geldi.
Kısmetin ayağına gelmiş, tepme bir sene evlenir boşanırsın, mis gibi alırsın nafakanı, ... vb. Maalesef çok kadına ödül gibi geliyor. 
İşinden azıcık şikayet ettiğinde "ayy hiç söylenme! Kaçırdın mis gibi kısmeti, çalış sabaha kadar" dendiğinde, "o kafa" yapısıyla kavga edemeyeceğimi bildiğimden hiç uğraşmam çayımı yudumlarım.
Hırslı kadının tek isteği 'para'dır. Yani güçtür ya kariyeri ile ya da güzelliği ile yapar bunu ama yapar. 
Bu kadınlar hayatta hep kazanırlar. İçinizde bir miktar hırs varsa, onu güçlendirin. İyi bir kariyer, sağlam bir gelecek için az da olsa gerekli... Belki de hayat iyilikten anlamıyor, o da zoru seviyor. 


12 Eylül 2014 Cuma

Canım babam


Canım babamın rahatsızlığı yüzünden yazamadım...elim de gitmedi ...Ama dualarınızla herşey yolunda ... Gene günlüğümsü bloguma devam... Destekleriniz için,yanımda olduğunuz için teşekkür ederim

11 Eylül 2014 Perşembe

Bir erkeğe hediye olarak ne yollarsınız? Kol düğmesi?..Çikolata?..Çiğ köfte?..

İlgi göstermek amaçlı, hepimiz hediye yollamışızdır..Ben de yolladım..Çiğ köfte-şalgam..
Annem'in Adana'ya gittiğini söylediğimde, "şalgam da iste,rakı içeriz"demişti..Annem de getirmişti. Gel gör ki, buluşma olamadı...İş çıktı,toplantı var, annemler geldi... Anladım olmayacak, ama gururluyuz ya, lafımızın arkasındayız ya, tabii ki de "anlasın aptal olmadığımı"yı göstermek için şalgamı yollamaya karar verdim..
Kadın milleti, isterse bir ajandan çok daha iyi olabilir..Benim de ev adresini öğrenmem sadece 5 dakikamı aldı..
Ardından, Yurtiçi kargo'yu aradım.Görevli geldi, sarıp sarmaladığım paketi eline aldı ve "bunun içinde ne var" dedi, "hediye" dedim; "ne ama" dedi, "sürpriz" dedim;  "ne ama" dedi bir kez daha, artık daha fazla aptalı oynayamazdım, "şalgam" dedim. Görevli, "biz yiyecek,içecek taşımacılığı yapmıyoruz" dedi, "ama doğum günü, taaa Adana'dan geldi" dememe rağmen, "yok" 
Ben de Aras kargo'yu aradım, ama sonuç aynıydı...
İşten çıktığımda saat 23.00'a geliyordu, elimde şalgam otobüse bindim... Birden kafamda şimşekler çaktı ...
Şalgamın gideceği yer Anadolu yakasındaydı, ve şalgam kuru kuru içilmezdi. Bunu düşünerek, evimizin yakındaki dürümcüye gittim 
"Arkadaşımın doğum günü olduğunu, çiğ köftelerine bayıldığını, ona şalgamla yollamak istediğimi" söyledim..
Adrese baktı, "30 TL'ye olur" dedi..
Anlaştık !!!
Şalgamın üstüne, "gururlu zeki kız" mesajını da yapıştırıp, adresi ve telefonu verdim.."yarın yollarsanız sevinirim" diyerek ayrıldım; "tamam abla,haber veririz" dedi..
Tam yatmaya hazırlanırken, bilmediğim bir numaranın beni aradığını fark ettim..Gece 01.00'dı, bu kimdi? telefonu açtığımda, "abla,ben dürümcüden Salim,evin önündeyim, beyefendinin doğumgünü 3 ay sonraymış, almıyor çiğ köfteyi, sen yanlış biliyormuşsun,ben ne yapayım?" demesiyle!,bütün uykum açıldı! "Nasıl yani?yarın olacaktı..bari bir daha konuşun lütfen"dedim, "tamam abla" dedi, kapadı..
Ardından bir mesaj;
"-Çiğdem sen çiğ köfte mi yolladın?"
Tanrım nereden anlamıştı? "Evet" dedim,
-"ben de çok açtım,sağol" dedi,
Ardından dürümcü gene aradı, "aldı abla"dedi, "biliyorum,sağol"dedim, 
Ardından gene bir mesaj geldi, "şalgam da çiğ köfte de harikaydı, ama neden 5 porsiyon yolladın?"
Kalakalmıştım!! 5 porsiyon neydi, dürümcüyü aradım "yanlış zaman yolladınız onu geçtim de, neden 5 porsiyon yolladınız?" dedim, "30 TL çok demişiz abla, telafi etmek için" dedi...
Ne kendimce şalgamın üstüne yazdığım "giderli" yazı, ne de neden yolladığım, bu karmaşada anlaşılmamıştı.. 
Bir de ertesi gün evinde parti yapmış, ikram olarak da benim çiğ köfteleri sunup resimleri koymuştu!! Eeee bana da like etmek düşer!!!
Ardından, "sayende karnımız doydu,teşekkür ederiz" mesajı da gelmişti.. 
Gençlerin eğlenmesine vesile olmaktan başka hiçbir işe yaramamıştı jestim..
Bu, sadece günlerce arkadaşlarımla güleceğim bir anı olarak kaldı.. 
Ama en önemlisi de, kargolar yemek taşımıyormuş... 



9 Eylül 2014 Salı

Sevginin,aşkın diğer adlarından birkaçı,dilencilik,palyaçoluk olabilir mi ?

Aşk sarhoşluk gibi bir şey, ayıktıktan sonra dövünüyorsun
"Bunu nasıl yaptım,ay nasıl dedim" lerle geçiyor ayıktıktan sonraki dönem..
Pişmanlıktan ziyade, beynimizin sonradan dehşete düştüğü bu olayları, zamanında nasıl kendimize oyun edip mantıklı hale getirmişiz.. 
"Aklıma yenildim" sözünün doğuşu bile buradan geliyor olabilir,
Herkes gibi ben de, kendi beynimin oyununa geldim... Üniversite döneminde büyük bir aşk vardı hayatımda. Lakin kendisi o dönem Amerika'ya okumaya gitmişti, ve ben de gitmek istiyordum, ama hem okulum bitmemişti, hem de param yoktu. Hadi okul kısmına tatil dönemi gidebilirdim, ya para? Okulum zaten masraflıydı...Hem burs,hem stajdan para almama rağmen, kendimi zor döndürüyordum. Kız arkadaşımla evde yiyip, içtiğimiz gecenin ardından, arkadaşım uyukladıktan sonra internette dolanırken;
'Mezun.com' isminde bir site gördüm.. Her ay bir öğrenciye, çekilişle Amerika bileti verecekleri yazıyordu..
Sanki Allah sesimi duymuş, ilanı önüme çıkarmıştı! 
Sitenin sahibinin, "Sabancı" olduğunu görünce, içim daha da bir rahatlamıştı. Gazetelerde hep yaptığı yardımları okuyorduk
Bana da yardım eder düşüncesi ile, bastım klavyenin tuşlarına..
"Merhabalar"diye girdim yazıma, öğrenci olduğumdan, sevdiğim adamın Amerika da okuduğundan, onu 5 aydır görmediğimden, çok özlediğim ve param olmadığı için bilet alamadığımdan, mümkünse ağustos ayının biletine talip olduğumu belirtip, saygılarımı sunup uyudum. 
Sabah, arkadaşım benden önce uyanmış, bilgisayarı açtığında da benim dün gece özenerek yazdığım mail önüne çıkmıştı. Ben de kahkalarına uyanmıştım. "aşkın gururu olmaz" diye kendimi savunurken, maile cevap geldiğini farkettik. Kız arkadaşım, bu yüzsüzlüğüme bir de cevap gelmesine şok olmuştu..
Cevap olarak, siteye gösterdiğim ilgi için teşekkür edilmiş, fakat benim gibi her isteyene  rezervasyonlu bilet verilmediğini, yazmışlardı
Halbuki benim tatil olduğum aydı ağustos, laf sokar gibi "rezervasyonlu" demeleri canımı sıkmıştı.
Arkadaşım ise, "ben olsam bu maile cevap bile yazmazdım, gene iyi yazmışlar"  diyerek içimi ferahlatmıştı!
Ben de maili sevgilime yolladım, onu düşündüğüm, uğraştığım için mutlu olur diye düşünürken, "bir de harçlık isteseydin, tam olurdu" cevabını aldığımda, çok sinirlendim..
O dakikaya kadar mantıklı gelen her şey, değerini yitirdi... Bir mail daha atıp, "iyi ki vermemişsiniz, değmezmiş bu öküze" demek istedim, ama resmen eğitim amaçlı kurulan siteyi, Güzin abla gibi kullanmış olurdum.. 
Yazmadım bir şey, ne siteye ne adama.. 
Açtım Orhan babayı, "bir dilenciyim, geleceğini bilmeyen..senden ne para ne pul, ne de acımanı bekleyen..."

7 Eylül 2014 Pazar

Kara önlük beyaz yaka büyük çanta

İlkokula hevesli başlamama rağmen; okuldan soğuyan, teneffüs zilini duyan ama ders başlama zilini duymayıp bahçede oynamaya devam eden, yakalanıp kara tahta önünde dayak yiyen, hep zayıf alan, yazılıda aldığı notu değiştiren, boyum kısa olduğu halde, arka sırada geçen bir ilkokul hayatım oldu.
Bahariye İlkokulu, 5-F sınıfına düşmüştüm. O sene 5-E 'de ki öğretmen "yılın öğretmeni" seçilince annem de F'yi E yaptı, ve kaderimle oynadı 
Kırmızı kurdeleyi geçtim, yazı yazamıyordum, bir de üstüne, fazla kullanmadığımdan kalem, kalem kutusu, beslenme çantasını, ya unutuyor, ya da çaldırıyordum. 
Arkadaşlarımla aram iyiydi, öğretmenimle ise, malesef...
5 yıllık ilkokul hayatım, Vakko-Paşabahçe sponsorluğunda geçti.. İsterdi,alırdık,geçerdim..
Sınıfımız tam bir "burjuva" sınıfıydı. O günlerin başlarında, hepimizin ailesinin durumu iyiydi, hatta "yerli malı" haftası, kaçakçılardan alınan Alman çikolatalar ve jelibonlarla yapılırdı.. 
Her cuma, anneler bizleri alır, benim ilkokula başladığım sene açılan Mc Donald's a götürlerdi, ki bu en büyük ödüldü... O kadar çok severdim ki, kağıt bardakları, hamburger konulan kapları,kamışları saklayıp, evi çöp eve çevirirdim.. 
Zamanla koca sınıfta,  teker teker durumlar kötüleşmeye başladı. Moda yelken kulübü'nde yapılan geceler, evde toplanmalarla yer değiştirdi...
O dönemde, bu acıları erken tattığımız için midir nedir, sağlam bir bağımız vardır, hala görüşürüz..
Okuldaki sosyal hiçbir aktiviteye katılmadım, tek katıldığım 23 nisan'da da su çiçeği olduğum için stadı erken terk ettim..
Derslerim kötüydü, ama kopyada çekmekte başarılı değildim. Yazılılardaki notu değiştirmeye kalktığım gün ise, aldığım nota '5' yazıp, yazı ile yazılan bölümü değiştirmeyi unuttuğum gün, '5, geçer" alan ilk öğrenci oldum..
Benim notlarım hep kötü olduğu için, sınıfta özel ders olayına ilk başlayan bendim. Zamanla çoğalan kişi sayısı ile zamanı da ayarlayamayınca, öğretmenimizin evine 5-6 kişi gitmeye başladık. 
Annelerimiz oturma odasında kek yiyip çay içerken, biz de yazılıda çıkacak soruları ezberliyorduk. 
Yarın okullar açılıyor...Koca çantaları,sokakta bağırış çağırışı, servisten gelen müzik seslerini duymaya başlayacağımız, trafiğin alt üst olacağı günler...
Kara önlük, kolalı yaka olmasa da, formalı, sabah erken yollara düşmüş minik karıncaları görmek beni de heyecanlandırıyor..
Okulda öğrenilen çoğu şey belki kullanılmıyor, ama anılar o açığı çok güzel kapatıyor..
Hepinize Allah zihin açıklığı versin.. 





Ev'de var bir !

Bugün pazar, malum o yüzden kendimizle, çevremizle, evimizle rahat rahat ilgilenme günü. Siz hangisini tercih ettiniz bilemedim ama, ben evle ve kendimle uğraştım..
Ev güzelliği, gelecek misafirden çok, vakit geçiren ev sahibi içindir. Dekorasyon, son zamanlarda tasarımla birleşince, uçuk fiyatlara neden oldu. Almak için iç geçirip, bütçemizi sarsmak yerine elimizde olanlara bakıp tasarımımızı kendimiz yapalım. Ben de evimde olan, sizin de çok rahat yapabileceğiniz birkaç öneri sunacağım... 
Eskinin hasırlı su damacanası; yaş ortalaması 35 olanlar illaki bilir, damacananın ağız kısmında emniyet kurşunu bulunurdu, sonra onları biriktirir kurşun döktürürdük. Damacananın içine, içtiğimiz şarapların mantarlarını atıp biriktiriyoruz 
Rahmetli dayımın biriktirdiği rakının içindeki emniyet boncukları, bıçak yardımı ile çok rahat çıkarabilirsiniz. Rakının ebadına göre, boncuğun büyüklüğü de değişiyor...Vazo-Paşabahçe 
Vazonun içindeki parçalar, bakır plakanın kesilmiş hali. Kadıköy'de büyük kırtasiyelerde çok rahat bulabilirsiniz, kesilmiş de satılıyor, plaka halinde de... 
Heryerde mutlaka görürüz kozalakları..Önce vernikleyip, kuruduktan sonra altın yaldızla boyayıp duralit parçasına, tutkal yada silikon yardımıyla yapıştırabilirsiniz
Gereksiz diye düşündüğümüz çoğu eşyadan faydalanabiliriz. Geri dönüşüm şu an zaten çok gündemde. Gözden çıkardığınız eşya için, son bir kez daha düşünün, mutlaka bir işe yarayacaktır..

6 Eylül 2014 Cumartesi

Her gecem sahur tadında..

Düzensiz çalışma saatlerimizden dolayı, yemek saatlerimiz erken oluyor, bu yüzden gece yemek yiyorum
Metabolizmam da, "Çiğdem yesin, zaten bugün 17.00'den beri bir şey yemiyor" diyor...
Köpek de "hav hav" dedi diye kemik yağıyor?! 
Yani gece yemek yemeyi malesef seviyorum. Ve ardından, uykumu kaçıran bir pişmanlık yaşıyorum..
Bu pişmanlığı giderip, ruhumu hafifletmek için dergide okuduğum, "ev işi yapmak,kalori yakar" makalesinde olduğu gibi, kendimi ev işine vuruyorum.. 
-Gece çamaşır toplamak; balkondan uçan bir çorap,
-Bulaşık yıkamak; bütün ev ahalisini şangır şungur sesle uyandırmak,
-Yer silmek; gece wc'ye kalkanın düşmesi.
- Zaten ütüye girdiysem direk kusayım daha iyi, durum fena demek.. Yani günde 2 saat spor yapılarak eritilen bir dilim keki, ben tabak kaldırıp, çorap dürerek yapıyorum! Kimi kekliyorum?
Kalkacak halim yoksa, bu sefer içeceklerden medet umarım. Soda ile yeşil çay içtiğim an, sanki asit içmişim,her şey erimiş, gitmiş gibi olur. Dürümü, makarnayı ben yememişim gibi de, fosur fosur uyurum..
Gece kabus görmüş gibi uyanıp, bari bisiklet çevireyim diyerek, yattığım yerde debelenip yemek yemeye tövbe ettiğim zamanlar da oluyor. O zamanları da uyuyarak değerlendiriyorum.. 
Gerçi Atalar, "Can boğazdan gelir" sözünü, laf olsun diye söylediklerini düşünüyorum, o yüzden "Allah açlıkla terbiye etmesin" de diyorum
Gecemiz hep sahur, sahurumuz hep bayram olsun diye de ekliyorum...


5 Eylül 2014 Cuma

Allah ol yarat...

Kadınlar çiçektir, koklanmalıdır hepsi,  mis tir baldır tatlıdır..
Bu yorumlara malesef bir ben katılamıyorum,çünkü kadınların "avcı" olduklarını alışverişte görüyorum..
Ormanda inanın bir kaplan nasıl avını arıyorsa, reyonda gezinen kadın da aynı benim için...
Hele ki avını ondan önce bir kadın kapmışsa, işte kanın çıkma anı..
Kadının kadına en düşman olduğu yerlerden biri alışveriş... Hani sevdiği adamı kapsa, adama da suç bulunur, burada direk kadın kadına bir savaş var.
Hatta bazen olaya satıcı da dahil oluyor , "yok" tan anlamayan kadı, "nasıl yok, hiç mi yok,depoda damı yok,başka yerde demi yok" gibi mantıklı! Soruları ardı ardına soruyor, ama olumsuz cevap aldıkça daha da hırçınlaşıyor..
11 senelik tekstil hayatımda "yok" lafı yüzünden ayakkabı da atıldı kafama, hakaret de edildi suratıma, yaratmam da istendi olmayanı!!
Sanki saklıyormuşum muamelesi de yapıldı..
Kazanan ne ben oldum, ki sonu beni şikayetle bitti, ne de o oldu, çünkü alamadı ve gitti
Ağlamasıyla, bağırmasıyla kaldı..
Mutluluğu bir dönem ben de soykalarda aradım.. Hele ki ilk buluşma ise, yeni bir şey aldım, her olumsuz görüşmede yok ise ettim, ya da kaldırdım her güzel görüşmede baş tacı yaptım, sonuçta bu efsunlu bir şey değildi, gene bitti.. 
Ama alışveriş yapan beyler de hediye alırken, ki gözlemlediğim sadece "hanım hanımcık, bir şey olsun" oldu.
Dökülen paralar sadece o eski sevgiliye yarıyordu, adamların çoğu "gay değilse", markalardan, logolardan, yeni sezonlardan bihaberdi.. 
Yani paranız cebinizde kalsın, derdiniz bu ise..

Aramasın onu gözler...


Yeni açılan her yere bir ilgim var, özellikle yemek konusunda. Bahsedeceğim mekan malesef başarılarından dolayı! Türkiye pazarından çıktı..
Johnny Rockets, AVM katında açılmadan önce heyecanla beklemiştim, yurt dışına giden herkes öyle güzel anlatıyordu ki,  hergün tadilat bitse de gitsem diye bakınıp duruyordum. Gün geldi çattı, güzide Cevahir AVM'nin yemek katında yerini aldı
Öğlen yemeğini yemeye iş arkadaşımla çıktığımızda, çok heyecanlıydık .Gidip güzel bir masaya oturduk, aslında masaların hepsi aynı idi. Boğazı da görmüyorduk, ama beyaz-kırmızı dekor gayet göz alıyordu.
Sipariş için garsonu çağırdığımızda, üzerinde fiyat yazmayan menüleri verdi ve heyecanla,  hamburgerleri birer sanat eseri gibi anlattı. Biz de heyecanlandığımız için, "siz neyi tavsiye edersiniz?" sorusu ile karşılık verdik. Birimize soğanlı, birimize de mantarlı vereceğini söyledi. Ortadan kesip ikram edeceğini, ikimizin de tadabileceğini söyledi. Daha da mutlu olduk. Patatesi de chilli peynirli seçtirdi ve cola..
Heyecanla gelen yemekleri beklerken, birden 6 garson yan yana dizilip, 23 nisan gösterilerini aratmayan bir müzik eşliğinde dans etmeye başladılar. Ne yapacağımı şaşırdım, para mı atayım, alkış mı tutayım.. Gidenler hiç böyle bir şeyden bahsetmemişlerdi! Bu Türk'lere özel miydi.. İş arkadaşıma baktığımda, konser havasına girmişti, alkış tutup sallanıyordu. Ben ne yapacağıma karar verene kadar dans bitti. Zaten 3-5 masa vardı, herkes alkışladı, garsonlar da selam verip işlerine döndüler .
Yemeklerin gelişi de gene bir dans eşliğinde oldu .Bu sefer 3 garson dans ediyordu .Yemekler, colalar ellerinde dönüp durdular. Her masaya yemek gittiğinde bu tantana yaşanıyordu.
Hamburgerin çok övülecek bir yanı yoktu, patates de peynirden yırtıyordu... Sesi kötü şarkıcının iyi dans etmesi gibi bir şeydi durum.. Cola bardaklarında pinup kızları vardı "satılıyormu" diye sorduğumda, dans etmeden "hayır" cevabını aldım garsondan..Sevmemişti sorumu..
Artık hesabı ödeyip gitme vakti idi ..Hesap gene dans eşliğinde geldi, arkadaşım hesaba bakıp gülmeye başladı, bana gösterdiğinde ise cola boğazımda kaldı, çünkü tam 115.50 TL gelmişti!! (2 sene önce)
Neden dans ettiklerini anladım, hatta bence soyunmalıydılar... Ticket verdiğimizde "geçmiyor" dediler, kredi kartı verdik "pos daha bağlanmadı, bu ilk günümüz" dediler, fakat o kadar nakit yanımızda yoktu, acaba bunlar hesabı ödemeyenleri mi oynatıyordu... İşyerini arayıp para mı istesek derken, iş arkadaşım "Çido bende evin kirası var, oradan verelim" dedi ..Evin bir aylık kirası 500,00TL iken, biz 1 saatte 2 oda parasını yemiştik
Gene o sinir bozucu dans eşliğinde para üstümüz geldi..Bir daha gelmeyeceğimize yemin edip ayrıldık..Sattıkları hamburgeri sonradan menü şekline dönüştürseler de satamadılar, sonra da baybay deyip gittiler...
Arkasından el salladık biz de..

4 Eylül 2014 Perşembe

O Zaman Yemekte Backhaus'a Gidelim..!!


Tanışmamız aynen böyle oldu! İlk gördüğümde cama yapıştım, ama Almanya'ya özgü çoğu tat burada! Çorba,salata bile var..Hizmet olsun, fiyatlar olsun, çeşit olsun, hakikaten umduğumun çok üstündeydi. Bunun üzerine sordum "kimdir,nedir" diye.. Sahipleri,  yemek severler tarafından çok sevilen "Gelik ve Aroma meyve suyunun" sahipleri. Kalite konusunda hassas oldukları için,franchising vermiyorlar, bu yüzden de şube sayıları kısıtlı. Anadolu yakasında, Caddebostan şubesini, çok yakında kira bedeli yüzünden kapatmışlar. Şu an sadece Akasya AVM'de bir şubeleri var, Avrupa yakasında ise 8 şubeye sahipler, en çok iş yapan şubeleri ise Nişantaşı.

Asıl olayları ise ekmek..Çok fazla çeşit var, ve ekmekler 1 kilo 60 gram.. Fındıklı, üzümlü, onun harici Almanya'ya özel Apfel Struedel, bizim elmalı turta gibi. Berliner ve Bretzel de var.
Malzemelerin tamamı yurt dışından geldiği için, tat kesinlikle aynı, seveceğinizi düşünüyorum, çünkü çok fazla alternatif var.

Çalışanları çok ilgili ve bilgili. Sıradanlaşan pastane kültürüne farklı bir tat sunuyorlar. Bir deneyin derim.


3 Eylül 2014 Çarşamba

Ne esmerde,ne kumralda,gönlüm yanlız sarışında..

Her Türk kadını gibi sarışın olmak benim de hayalimdi, ama bu hayali 32 yaşına kadar beklemeye gerek duymadan da yapabilirdim herhalde.. Ama bekledim,beni gaza getiren ise Gülşen'in platin saçları oldu.

Bağdat caddesinde Divan Pastanesi'nin karşısındaki Burhan kuaföre gittim, elimde Gülşen'in gazeteden kopartılmış resmi ile. Burhan abinin elinde büyüdüm ben,gerçekten güvenebilirsiniz. Makası inanılmaz iyi, tek kötü huyu sevmediği modeli yapmaz, ki benim platini de yapmadı.  Gülşen'in resmini gösterince, "sana inanamıyorum, o Gülşen" dedi, "e ben de Çiğdem". "Karnın aç mı, bir viski vereyimmi" soruları geldi ardından. O zamana kadar değil boya, gölgeye bile karşı çıkmıştım ama kararım kesindi, "ben dertli değilim,sarışın olmak istiyorum" dedim. Burhan da çok net, "ben yapmam,kafanı topla gel" dedi.

Türk kadınının yarısı sarışın, herkes düşünerek mi girdi bu işe, ben niye düşünmüyorum derken viskim bitti. "Lütfen" dedim, "Ben boyamam" dedi, ortağını çağırdı, "hazır mısın sarışın olmaya" dedi Mehmet Ali. 
Ve oreal kafama sürüldü, beklemeye başladım, tarifsiz bir kaşıntılı acı ve insanı uyuşturan bir koku vardı, arada acıyan Mehmet Ali ince sopayla kafamı kaşıyordu.
Ben de elimde telefon, önümde viski, yanan saçlar,  kopan derilerle ilgili yazıları okuyordum. Yani bir kadeh içtim ya, illa bir mevzu bulacağım dert edinecek.. 
Yıkanma zamanı geldiğinde çok heyecanlıydım, aynaları saklıyorlardı, ve en sonunda kendimi gördüm ! 
Saçlarım sapsarıydı "ben nasıl sokağa çıkacağım" diye ağlamaya başlayınca,Burhan elinde viski, kötü adamlar gibi gelip, "ben sana dedim" dedi, içkiyi uzattı ve gitti
2. duble eşliğinde fönüm çekilince, "amann madonna gibi oldum" havasına da girdim zaten. Ödeme yapmak için kasaya geldiğimde, sarışınlığın hem zor hem de pahalı bir şey olduğunu o an anladım. 

Eve geldiğimde, annem, babam ve kardeşim şok olmuşlardı. "sarı olacak" demiştim,ama "sanki kafam mor olmuş gibi" tepkide bulundular. 
İlk işe gittiğimde, sanatçı gibi muamele gördüm. Reyonda gezinirken, bütün müşteriler bana bakıyordu. Elime mikrofonu alıp, "ben gamlı hazan" diye girsem, alkışa hazır bekliyorlardı 
O öğlen iş arkadaşlarımla Cevahir AVM'de balık yemeğe gittiğimizde, herkesin siparişi alındıktan sonra, garsonun "siz rakı alırsınız herhalde,cola değil" demesi ile, olayın bambaşka olduğunu fark ettim. Sarışınlık, cesurca bir durumdu, ama bu karşınızdakinin de cesur olup size her türlü lafı söylemesi anlamına gelmiyordu.. Malesef hala şekilci olduğumuzun çok güzel bir kanıtı oluyordu sadece.. 
Sarışın olmak, aslında kadınlık anlamında yapmanız gereken her şeyin bir anda beyne yüklenmesi demek. Makyaj,saç,giyime her zaman 'bir tık' daha bakmak demek.
Sarışınlar aptal değil, sadece kendileri ile uğraşmaktan yorgun 
Burhan saçımın rengini tek seferde tutturunca , bütün işyerindeki müşterilerim gitmeye başladı. Burhan da sağolsun indirimler yaptı karşılığında... Gerçi yapsa ne olucak, şampuanı, saç kremi, cilası,  bakımı ile o bana, ben ona parayı çevirip duruyorduk
Sarışınlık bence her kadının tatması gereken bir dönem..Eşofman bile giyseniz bir albeniniz oluyor ve ne olursa olsun cidden kendinize bakıp iyi hissedebiliyorsunuz, ki bu en güzeli..
Sarı saç,sabır ve para istediği gibi, zaman da istiyordu. İzin günümün yarısını kuaförde geçiriyordum, sıkılmıştım. 
O kadar oreal'e kafamın kopması gerekirken, saçımın kıvırcıklığı bile kaybolmamıştı,hatta o bakıma,  daha da kuvvetlenmişti, ama artık yetmişti. Burhan'a gidip, "ben sıkıldım,boyayalım mı" dediğimde, beni şaşırtmayarak "çok şükür" demişti. 
Pişman mıyım?  "hayır", eğer aklınızda ise koşun yaptırın.
Ben koyu saçıma dönmüşken, 2 ay sonra da Gülşen boyattı, hak verdim, bence de yeterdi..

2 Eylül 2014 Salı

A benim canım kürkünü giy..

Eskiden statü sembolüydü kürk. Zengin kesimin ulaşabildiği, her evli kadının hayali idi. Zamanla kürk gene bir statü sembolü oldu, bu sefer görgüsüzler giyiyor dendi.. Hayvan hakları gündeme daha da çok gelince sakız yapıştırıp protesto edenler de oldu ama, Seren Serengil gibi, "zamanında modaydı,almışız,giymeyeyim mi" isyanını çıkaran da..
Annemin hiç giymediği bir tilki kuyruğu kürkü var, benim boyumdan uzun ve benim kadar ağır.. Her sene havalanması için annem çıkardığında, kedilerimin yoğun bakışlarının etkisi altında kalıyor, artık kimi hatırlıyorlarsa..
Ondan önce bir tavşan kürkümüz vardı ki, bir vebalı gibi derisini döktü, çöpü boyladı.
Asla gerçek kürk giymedim, hele ki vaşakların derisi zedelenmesin diye canlı canlı yüzülmesini duyduktan sonra, asla... 
Ama tüyü dış giyimde kullanmayı hep sevdim..
Zara women bölümünün şu zamana kadar yaptığı en iyi dış giyimlerden biri bence..Gerçi Cevahir'de çalıştığım dönem 1 ay reyonda kalmış, kimse almamıştı. Ben elimde kasaya gittiğimde müdürüm "bütçe tuttu" diye sevinmişti.
Asmalımescit'te bir gece tinerci para isteyip vermediğimde,üstümde bu kürk, arkamdan "yoogiii" diye bağırması ile bütün sokak bana gülmüştü..
Kürk tipli masum giysileri hep sevdim.. 
Penelope Cruz'un Mango için tasarladığı kolleksiyondaki sahte kürkü tam sakız yapıştırma olayları çıkageldiğinde,  10 TL'ye almıştım. 
"O zamanın parası,iyidir" diye düşünmeyin, Elele dergisi 7 TL idi. 
Kürk abidesi Bülent Ersoy'un, sahneye çıkarken yere havalı bir şekilde atışı..
Banu Alkan'ın sarı saçlarına yakışması güzeldi..
Toplu taşımada, hele ki kışın ıslanmış kürkle gezenlerin, uyuz olmuş köpekten farkı yoktu.
Hala kürkü savunan olduğunu sanmıyorum, "ama et yiyorsun" ile de alakası yok durumun, illa ki istiyorsan da, ki bu sene renkli imitasyonları çok moda, al ve renk renk giy..
Hele ki yaka kürkü takıp ucuna da hayvancağızın kafasının olduğu kürkler! tam ayaklı cenazeyi andırıyor. Hayvan leşi! Bunu takan kadının, öldürdüğü hayvanla resim çektiren adamdan farkı yok.
Kürk mantolu Madonna böyle olunmuyor, bilginize!!

1 Eylül 2014 Pazartesi

Bir paket makarna kaç lira ki?

Şu hayatta sigaraya, içkiye, ona, buna verdiğimiz paraya acımazken, garibim makarnaya para verilirken hep söylenilir. Pişirmesi kolay gibi gözükse de çok zordur. Buna karşın para verilmek istenmez. Ben de "ay kimbilir dışarıda yesem ne kadar tutar" makarnalarından birini yaptım, param cebimde kaldı mı?... Hayır!
Pişirdiğim makarna "mürekkep balıklı makarna" Akasya AVM içinde Macro Center'da var.
Benim bacak boyum olan bu makarnayı Macro'dan 18 TL'ye alabilirsiniz. Gerçi içindeki mürekkep balığı oranı %1 imiş, neyse ona da şükür, farklı bir tat gelecek. 
Tarife göre pesto sos ve parmesan peynirle servis edilebilir diyor, "peki" dedik ve aldık. Peyniri yerli aldım, daha doğrusu şarküteri ustasının tavsiyesi idi ve 9 TL idi aldığım parça, neredeyse kahvaltıya bile koyacaktık, fazlası ile yetti yani.
Heyecanla eve gelip pişirme evresine geçeceğim dönem bir durdum, çünkü "ben bunu nerede pişirebilirim" diye düşündüm, neyse ki kardeşimin düdüklü tencere önerisi ile caanım italyan makarnasını, nohut haşladığımız tencereye koymamız bir oldu.
Kaynayan suda makarna değil de sanki kablo pişiriyormuşuz görüntüsü vardı, hayli kalın ve ağır makarnayı pişirmek kolumu ağrıttı. Bu arada kardeşim pestoyu yağ ile kavuşturdu, baharatını koydu, haşlanan makarnayı sosla buluşturduk, ama makarna o kadar ağırdı ki kavuşturamadık. Helva kavururcasına, ben bırakıyordum tencereyi, kardeşim devralıyordu. 
Makarna nihayet tabağa konup süslendiğinde, albenisi hakikaten vardı, lakin o kadar yorulmuştum ki soğan ekmek yesem, daha mutlu kalırdım..
Market alışverişine, içecek hariç 70 TL harcadım;3 kişi yedik, yorgunluğu da cabası..Üstelik koca düdüklü tencere yıkandı. Şahsen ben bir kar göremedim, tadı evet güzeldi, bir daha yapar mıyım,  cidden aşık olmam gerek, yoksa ya gider yerim, ya da canıma  kastım vardır, yaparım.  
Yani işin içine balık girince,söylenen dışarıda ye de pisliğine değmez" sözü, gerçekmiş,bir kez daha anladım.