31 Ağustos 2014 Pazar

İşe geç kalmak,çalışanın şanında vardır..

Dile kolay tam 10 sene köprüyü hergün geçerek işe gittim. Ama tabi ki zamanlamada sorun oldu,  olmadı değil..
Metrobus döneminden önce çift katlı otobüs kullanıyordum, ama saatini kaçırdım mı yandım. 
Öğlen 14.00'da işbaşı yapmam gerek, saat 13.00, ve ben daha Bostancı'dayım, otobüs de gitmiş,  taksiciye yalvararak dolmuşa çevirdik, ben, benim yaşımda bir kız ve yaşlı bir teyze yola koyulduk.  Fakat trafik Allahlık! "ben ne yapıcam"diye ağlarken, şoförümüz çareyi buldu; "emniyet şeridine gireyim teyze,sen fenalık geçirmiş gibi yap,kızlar siz de gazete sallayın,kolonya sürün!" hiç düşünmeden herkes kabul etti teklifi. Teyze kıvranırken, ben gazete sallıyordum, kızcağız da kolonya döküyordu bileklere. Ve şoförümüzün dediği çıktı, polis durdurdu, durumu izah ettik ve yolumuza devam ettik. Ben gazeteyi, kız da kolonyayı bırakınca şoför kızdı "devam edin, bakarlar" Dediğini yaptık ve kıl payı da olsa yetiştim işime.
Ama bir dönem vardı ki iş hayatımda, cidden her gün geç kalıyordum. Üstelik erken de kalksam,  geç de kalksam... İlk başlarda kızaran yüzüm, zamanla eğik başa döndü.. Adımın çıkması bir yana, hep de uyuya kalmıyordum ki...
Artık müdürümün "yarın da geç kalırsan, uyarı vereceğim" sözü ile iş değişti, en güvenilir yol olan deniz otobüsünü seçtim. Sabah 9.00 Kabataş seferine bindim. Yüzümde yastığın izi, elimde kahve iskeleye geldiğimde şok oldum. İskele Reina gibiydi, yüksek topuklar,miniler,havalı kadınlar,hoş beyler...Bense köşeye Feriha gibi dikilip "ay herkes oturmadan yerimi bulayım" derdindeydim. Tıngır mıngır giden deniz otobüsü pat diye durdu, ve kaptan anonsu ardından geldi; "cep telefonlarınız açık kaldığı için, sistem kilitlendi,başka otobüse bineceksiniz"
Olamaz diye fırladım!derdimi bir cümle aleme yaydım, ama yapacak bir şey yoktu,elimde rimel ağlamaya başladım. En sonunda görevli "arayın durumu biz anlatalım işyerinize" dedi ve telefon yüzünden kilitlenen deniz otobüsünde, telefon açtığım için söylenen yolcuları hiç dinlemeyip görevliye verdim telefonu, konuştu,kapadı. "sesi nasıldı" dedim, "yok sorun abla" dedi ve ben bir ohh çekip makyaj yapmaya devam ettim. Tam 1.5 saat geç kaldığım işime gittiğimde gülümseyen müdürümü görünce, ben de güldüm.. 
İşe geç kalmak kadar akşam eve dönmek de ayrı dertti. Saat 23.30 olmuş, daha taksimden mecidiyeköye gelmişim, günlerden cumartesi, sarı dolmuş kuyruğunun sonunu göremezken, beni tanıyan kahya "bin abla" diyerek dolmuşa attı beni. Tam içimden kahyaya dua edecekken, yolculuk edeceğim diğer yolculara baktım ki, Tanrımmm!!tek bayan bendim,diğer 7 kişi ise bostancıya işe!! giden travestilermiş! "kız lensmi gözlerin, benimki van kedisi gibi hahahaha", "para da olsa ilk ben vericem hahahaha", "bu yol çekilmez böyle, yallah şoförü söyleyelim" 
İlk başta ne yapacağımı bilemedim, ama konuştukça da eğlenip, hayatlarındaki acıları anlattıkça da şükrettiğim bir yolculuk olmuştu. Şarkılar eşliğinde giderken, annem "nerede kaldın" diye aradığında, gürültüden annemi duyamazken "nerdesin seen" diyen bağırışını duydum. Onlar sahil yoluna yaklaştıkça makyaj tazelediler, yardım ettim. İnecekleri yere geldiklerinde öptüler beni, "bin gene gel" dediler ve hepsi aynı yerde indiler, içim burkuldu
Şoför teşekkür etti bana; "kimse binmez, sevmez, bunlar da bir kişi parasını paylaşmazlar, bekleriz öyle" dedi, beni evime kadar da bıraktı. 
Yine bir dönüş yolunda çift katlıya yorgun bindiğim bir gün inmek üzereyken, "beni taksi olan bir yerde bırakır mısınız" demem, şoförün "sen nerelisin" sorusu ile karşılık buldu. "Babam Erzincanlı" dememle de, "ben hemşehrimi taksiye bindirmem, ben götüreceğim" dedi, "otobüsle mi" dedim, "abla yolu anlat hele" dedi ve koca çift katlı otobüs, beni apartmanın önüne kadar bıraktı. 
Yarın pazartesi, büyük ihtimalle işe geç kalacaklarınız olacak, "komşum fenalaştı,tansiyonum düştü, kaza vardı(ki bunu artık ben bile demiyorum), cüzdanımı unuttum,eve döndüm aldım" demeyin, bir gün de "uyudum" diyin.. 

30 Ağustos 2014 Cumartesi

"Ayrılığım seni yakmadı mı? Yüzün kızarmış, canın acımadı mı?" der ünlü düşünür Hande Yener...

Ayrılıktan sonra dağılan kadınlardanım ben de malesef.. Bu çöküş dönemini hem dostlarla,  hem demet akalın ve gülşen ile atlatmaya çalıştım..
Zaman geçip de biz yerimizde sayıp, ha döndü, ha dönecek diye düşünürken,  biricik sevgilimiz yeni aşklara yelken açmıştır..
Malesef sosyal medyaya buradan lanet ediyorum..Tam unuttum, iyiyim diye salınırken, gördüğümüz ilk resim! hoopp ilk başa döndürür..
Akıllı telefonlarla yeni sevgili bayan incelenir "bakar mısın kaz ayaklarına, çanta da çakma galiba, ne giymiş bu" sözleriyle ezilir..
Instagram hesabına bakılır,Facebook sayfasına gülünür... 
Bakılan, gülünen aslında biziz. İki gün önce aynı sınavdan geçerken, şimdi de başkasını aynı sınava sokuyorduk. 
Güldüğümüz başka kadındı hesapta, ama içten içe ağlıyorduk..
İstenmemiştik,  sevilmemiştik, olan sadece buydu
Kabul edemeyecek kadar güvenmiştik, ama bitmişti.. 
Önümüze bakıp gitmek yerine, yerinde sayıp beklemeyi kabul etmiştik.
Elbette çivi çiviyi sökmüyordu, ama kafayı da artık çevirmek gerekiyordu.
Dünyanın en iyisi, en pürüzsüzü, en orjinal çantalı hatunu olsak da istenmiyoruz, yapacak hiç birşey yok...
Karaladığımız hatun yerine, bizi bir kalemde silip atıp, arkasına bile bakmadan giden adamı unutarak kendimize en büyük iyiliği yaptığımız, kendi değerimizi anladığımız gün, doğduğumuz gün olacak..
Ayşe gider, Fatma gelir onun için, peki ya biz?
Kendi hakettiğimiz hayat olarak bunu seçiyorsak, bu sadece bizim kabahatimiz, adamcağızın umurunda olduğunu pek düşünmüyorum..
Karaladık ama zamanında bizde karalandık
O yüzden şair olmaya, edebiyat parçalamaya gerek yok 
Herkesin birbirini çok kolay harcadığı bu hayatta, sadece diken üstünde olup,kendimizden başkasına sığınmayarak çıkacağız işin içinden. 
Ayrılık da aşka dair ise, aşk gibi güzelleştirir bu acı da, bunu da yaşamak gerek, ama abartmadan..Ne demiş ünlü düşünür demet akalın "isim neydi,çıkaramadım??"

Bu geceye dair bildiğim tek ateş Whooper ateşi..

Bundan birkaç sene önce, cumartesi gecesine çarşamba dan hazırlıklar yapar, cumartesi gecesini iple çekerdim, giyeceğim kıyafetten, gideceğim mekana kadar her şeyin planını yapar, yılbaşı gibi cumartesi ni kutlardım.
Şu anda da iple çekiyorum, ama sebebi başka...Mesela şu an yemeğimi yedim,kahvemi yaptım, TV açık,yalnız,dertsiz,tasasız,pijamalı bir insanım... 
Gelin görün ki, cumartesi evde oturan insan için üzülmek gibi bir durum çıktı. Ya "yalnız", ya da "parasız" gözüyle bakılıyor.
Sevgilim yoksa, doğum günü ya da veda gibi özel bir durum yoksa, hafta içi arkadaşlarımla rahat rahat sohbet edip içeceksem; cumartesi kalabalığını çekmek anlamsız geliyor artık. Yaş ortalamasının düştüğü, trafiğin iki katı olduğu, kapıda "alınır mıyım acaba içeri" gerginliğinin yaşandığı, eğlenmek için eğlenmek zorunda olduğumuz bir gece gibi geliyor artık bana.
Eskiye oranla gece kulübü kalitesinde de fazlasıyla bir düşüş var ve gidilen yerler bir elin beş parmağını geçmeyecek durumda. Yer iyi değilse bir de, bırakın dans etmeyi, bakışlar bile batar size.  
Şu an herkes sosyal medyaya özlü sözler eşliğinde rakı bardakları resimleri koyuyor,saatler ilerledikçe içkilerin isimleri değişecek, belki bir de video konulacak, ben de reklam arasında elime telefonu alıp beğeneceğim.
Yarın da görüntülerini gördüğüm olayı dinleyeceğim, en salim kafada ben olduğum için yorumlar benden..
Ne olursa olsun eğlenmeyi hayat tarzı haline getirmiş, bugünün cumartesi olduğunun farkında olmayıp yaşayanlar da var, onlara her gün cumartesi zaten; saat 00.00'ye geliyor ve gece başlıyor!
Prensler, prensesler, bekliyorum resimlerinizi, külkedisi evde.. 

29 Ağustos 2014 Cuma

Bir kümes tavuk yedim...

Prematüre doğmuşum,bacağım ters dönüyormuş, o derece zayıfmışım.. Lakin ilk torun olmam,  dedemin kasap olması ile birlikte, ilikler, gerdanlar yedirilerek toparlamışım, hatta baya baya toparlamışım! hayata et ile tutunmuşum meğer...
Hiç zayıf bir kız olmadım, doğum anım hariç... Hep kilo sorunum vardı. Piyasadaki bütün diyetleri denememe rağmen, asla zayıf olamadım. Spor hayatım ise, lise döneminde kapının kirişine on kere elimi değdirmemden öteye geçemedi.. Gerçi bir dönem spor salonuna yazılmıştım, ama eskiyen eşofmanlarım değil, mayom olmuştu. Sauna, jakuzi,Buhar odası üçgeninden çıkamayan spor hayatıma, birlikte gittiğim iş arkadaşlarımın "artık yeter" diyerek beni step dersine sokmaları ile; bir heyecan gelmişti. Ama  heyecanım malesef kısa sürdü, çünkü spor hocam beni "ritmsiz" buldu, ve dersten çıkardı...
Artık bedenimi kabul etmiştim,  zaten 30'u da devirmişim,  mutlu mesut hayatımı devam ettirirken,  hem çok yakın arkadaşım, hem de o dönem iş arkadaşımın Dukan diyeti yaptığını öğrendim.. Belli bir yaşa geldikten sonra, bir de arkadaşınızı tanıyorsanız, "hee hee iyi yapıyorsun,kolay gelsin canım" dedim.. Arkasından da "yarına bozar,iskender yeriz" diye geçirdim içimden.
Fakat beni yanılttı, ve daha diyete başlayalı 2 gün olmasına rağmen kilo vermişti, ve ciddi fit duruyordu. "Anlat, ne bu dedim", anlattı ; "sadece protein yiyorsun, sınırsız, istediğin saatte, bu kadar".  "E kolaymış, ben de yapacağım" dedim, ve başladım.
İlk gün haşlanmış yumurta ve beyaz peynir ile başladım; ve hamurun hayatımdaki önemini o an anladım. Hamuru geçtim, ya o mis domates,biber.. sofrada renk yok, bembeyaz.. "çıktın bir yola, bozma" diyerek yedim kahvaltımı.
Öğle yemeği, tavuk ve yoğurt eşliğinde,  akşam da 2 palamut yedim, kardeşimin ise twitter'a "ablam 2 palamut yedi,diyetteymiş,ehehehe" yazdığını farkettim. Ama utanan o olacak diye hiç canımı sıkmadım. Akşam yemeği bittikten sonra çay içerken, annemlerin çayın yanına çıkardıkları tatlıları görünce, hemen Dukan'ın kitabını elime alıp değerli sözünü okudum; "kaçamak bir iğne gibidir, balonu patlatır" yazıyordu, yutkundum ve bir çay daha aldım.
Yaptığım bunca diyete karşın vücudumun hiç inceleceğini düşünmezken, her tartıya çıkışımda bir kilonun daha gitmesi beni şaşırtıyordu.
Bu dönemde 'yulaf kepeği' serbestti,  ama şuan ki gibi yoktu ve Manisa'dan yulaf kepeği getirdik. Keşke hep orada kalsaydı...Korkunç bir deneyimdi, aynı light ton balığı gibi...
Tabii bu sürede damak tadını bozmadan geçirmek çok önemli... Yemek sevmek çok farklı bir şey,  hiçbir zaman yaşamak için yemedim, yemekle yaşadım o yüzden de Dukan döneminde hep bir kangal sucuk, 25'li hazır köfte ve kesinlikle Pınar Hindi döner benim kurtarıcılarım oldu.
2. haftaya geldiğimde, hala aynı şeyleri yemek canımı sıkıyordu ve bu süreyi AVM yemek katında geçirmek daha sıkıcıydı. Balık yemeğe gittiğimde, "yanında birşey olmasın" dediğimde, tabakta otlar dolu geliyordu ve garsonun açıklaması "abla ot o, bir şey olmaz"!! Yıl 2011 idi ve malesef Dukan'ı bir ben tanıyordum.
2.haftada 6 kilo kadar vermiştim, inanamıyordum. Sadece ben değil, kimse inanamıyordu. Herkes "ayyyy,erimişsiiinnn,dön bakayım!!" dedikçe, "Dukan yapıyorum,çok kolay diyiveriyordum" içim ağlarken..
2011 yazında yaptığım diyette,yaz döneminde Bodrum'a gitmeme rağmen, hiç içki içmedim, diyetimi hiç bozmadım.
Dukan da bana ödülünü verdi, tam 12 kilo vermiştim, hem de tam 1 ayda! İlk kez hayalim olan mini kot eteği giydiğimde gözüm dolmuştu. Hiçbir yerimden bir şey çıkmıyordu, aynada dans ettim "işte bu" dedim.
Zaman geçtikçe göz dolmam herşeye karşı olmuştu, sürekli ağlıyordum , vücudum çok yorgundu, pelte gibi yatıyordum.. Babam ocakbaşı'na götürdüğünde sevinmiş,  yoğurttaki naneyi görünce ağlamaya başlamıştım..yiyemezdim!  "başlayacağım ama senin diyetine" diyen babamın sözleri üzerine, çatalla iki oynadım ve bıraktım
Ama yaz aylarının bitmesine yakın bir gün, işyerinde acıkmış arkadaşlarıma "Migros'tan bana tavuk jambon alır mısınız" dememle,  ilk kez Migros'un ürettiği jambonu ağzıma atmam ve ağlamam bir oldu... Sanki tavuk canlı bir şekilde ağzımdaydı! Ne yapacağımı şaşırdım, üstelik açtım da.. ama dayanamayıp çıkardım ve iş arkadaşıma "ben artık yapamayacağım" dedim, ki o da beni bekliyormuş zaten, "aynen Çido, daha karpuz yemedik"dedi..
Ve yemek istediğimiz her şeyi aldık, yedik. Kalbimin çarpıntısını hissediyordum, ama hala yiyordum.. her şeyi yemeden önce koklamıştık, sevgiliyi özler gibi..
Dukan, doğru yapılırsa hakikaten kilo verdiren, bence sağlıklı bir diyet. Ben ve arkadaşım yanlış yaptığımız için çok ağladık,  halsiz kaldık. Şu an kilo vermek istiyorsanız hemen yapın, üstelik yulaf kepeği dahil, çok fazla ürün ulaşılabilir yakınlıkta.
Ben daha yapmam, aslında yapamam. Kanatlı her hayvanın beni gördükçe kaçacağı kadar yaptım çünkü.. Bence bir deneyin, hayaliniz bir etek ise,bir kere de olsa tadın..

28 Ağustos 2014 Perşembe

Hamaldan fazla yükü vardır Metropol'de yaşayan kadının..

Hayat malesef ne kadar kolaylaşsa da, kadın ırkı için o kadar zorlaşıyor..
Büyük şehirde yaşayan kadın her daim bir sınav içerisinde, hep dikkatli olmak zorunda.. Belki ormanda yaşasak daha rahat ederiz. En azından kuralları var; Şu an İstanbul'daki çalışan kadın tam açık hedef!
İş hayatında verdiğimiz sınav, hele özel sektörde tam bir savaş! Her an işimizi kaybedebiliriz,  pozisyonumuz değişebilir, ya da tacize uğrayabiliriz.. Bunlara karşı kalkan açmışken, dedikodularla uğraşırız; Ayriyeten bakımlı olmak, buna zaman harcamak da görevlerimiz arasındadır. Bunca müdür, CEO ile uğraşırken,  öbür yandan anne baba,  yani aileye karşı sorumluluklarımızı da unutmamamız gerekir. "neredesin, ne yapıyorsun ,resimdeki kim, daha yatmadın mı, bu gecede mi çıkacaksın!" gibi anlamlı! sorulara mantıklı yanıtlar vermemiz gerekir..  Atlattığınız onca insan,  iş varken,  hele de annelerin yemeyeceği çok durum vardır. Çalışan kadının ise tek isteği, tek yorgunluğunu alan, enerji veren şeyin,  karşı cinsten gelen "günaydın" ve "iyi geceler" mesajının olması,olayı birden masumlaştırır aslında..
İstediğimiz maddeleri almak için 8 taksit yapıp,  erteleme ile bile kavuşurken,  istediğimiz insandan "günaydın" yazısını, milyarlar versek de kapamayacağımızın hazin hüznü çöker üstümüze..
Çok değil yakın zamanda,  hem de pazar günü çalıştığım yere gelen çiçek,  hepimizi bir anda uyandırdı. 14 kız, içimizde bir umut, "biliyordum,beni seviyor" heyecanı ile dolduk... Kısmetlisi belli olunca, "aman zaten çiçek sevmem,zaten meyveli yollamış, bir orkide değil ki" kafasına girip, olayı unutmaya çalıştık..
Savaş verip direnmeye çalıştığımız koca şehirde, beklentiler aslında çok ufak.. "günaydın,iyi geceler, meyveli çiçek" 

Neden giyecek bir şeyim yookk????

Bu soruya benim hiç bir zaman net bir cevabım olmadı.. Neden derseniz, bütün maaşı zamanında dolaba yatırmama rağmen, gene de giyecek bir şey bulamam ben..O dolabın başında, elimde kahve, baka kalırım hep, o da bana bakar. En sonunda giyilmemesi gerekeni bulur, kendimi yollara atar ve bütün gece de, resim çekilecekse kaçar, tanıdık görmemek için dualar ederim.
Çalıştığım sektör tekstil olunca, beklenti de maalesef daha yüksek oluyor. Giydiğin abuk sabuk şeye "ay çiğdem moda oldu mu bu şimdi" yorumunu yapan arkadaşlarıma, "moda insanın yakışanı giymesidir,ben şahsen kendim yaratıyorum modamı" cevabını ukalaca verdiğim de olur zaman zaman.
Son bir seneyi aşkındır hakikaten giyinmekten sıkıldım, hatta "keşke hayvanlar gibi takılsak,ne çok zaman kazanırız şu hayatta" dediğim de oluyor.. Eski yıllara nazaran daha az alışveriş yapıp,taptığım tasarımcı Vivienne Westwood'un dediği gibi; "Elimdekileri değerlendiriyorum"
Size birkaç örnek sunacağım, işinize yarar umarım...
 
Gece dışarı çıkacağım ama dolabım gene yanmış kül olmuş.. Bu yoklukta Reina'ya;giyecek bir şey bulamayınca, annemin çeyizlik geceliğini giydim! Kumaşı hakikaten o kadar kalın ki, nasıl uyunur onunla bilemiyorum! Dozunda bir de dekoltesi olması ayrı bir güzel, fermuar tantanası da yok,  kafadan geçirdin mi tamam, voila! Aynı desende bir de sabahlığı var, yarasa kollu, onu da başka bir gece kullanmayı düşünüyorum:) 
Bu elbisem de Dubai tatilimden; Hep hayal ettiğim  "bir sırt çantası ile seyahat yaptım" 'hayalimi gerçekleştirmek için, gerçekten bir sırt çantası ile yola çıktım; Ama mantıklı bir hareket değilmiş, Armani'ye girmek için kapıda ruhunuza değil, üstünüze başınıza baktıkları için, canım arkadaşım Banu imdadıma yetişti ve plaj elbisesini bana verdi.! Tül şeklindeki elbisenin içine ince askılı bir bluz, altına da ayakkabı ile uyum olsun diyerek, beyaz bir şort giydim, ve bu şekilde içeri de girdim,  salınarak da yürüdüm. 
 
Altımda etek olarak görüyosunuz, lakin zamanında o, payetli bir büstiyerdi.. Ee yaş olmuş 35, spor yok, kollar yumuşak, atacak mıyız,  hayır tabiki de! Hemen etek olarak kullanıyoruz, üstüne giydiğimiz yarı salaş tunik elbise görüntüsünü çok güzel topluyor, altına siyah opak çorapla kullanmıştım. Böylece daha rahat hareket edebildim...
Yani sevgili dostlar, boş dolap yok, bakmayı bilmek var :)

26 Ağustos 2014 Salı

Le cola mosyö..

İçelim Le cola, en güzel yerde verelim bir mola..

Terazi mi dediniz...

Terazi burcu olduğumu anlayan,hele bir de "terazilere bayılırım" diyen biri hemen yüzümde tebessümlere sebep olur:) Bence burçlar arasında en samimi, en eğlenceli burçtur. Kimisi "aman dengesizsiniz" der, ki diyen de ya ikizlerdir ya da balık...
Ne olursa olsun burçdaş dostlarım bir başkadır benim için, çünkü her terazi tüller,pullar,poştişler, kürkler için yaratılmıştır,ve bunu bir şekilde göstermekten çekinmezler. Simsiyah giyinse de çantasında bir kürk detayı, gözlüğünde mor renk, olmadı tırnaklarında fuşya oje ile şaşırtır, ve "evet bu terazi" dedirtir.
Tabi bu kadar eğlenceli olması sebebiyle,gözler üstünde olmasına rağmen, aşk hayatının takıntılı olması ayrı bir dramdır. Yıllarca tek bir insanı sever, ayrıldıysa bekler, ya da platonik aşk yaşar.
Herkesi şaşırtacak kadar sadıktır, çünkü ayran yürekli olmayacak kadar da seçicidir.
"Sen var ya Senn!!" asla olayı değildir. Evde oturur bekler. Kimse inanmaz, bazen kendi bile, ama yapamaz da.. Ben şahsen işveren olsam, kesin bütün elemanlarımı terazi seçerim... İyi çalışırlar,asla hıyanet etmezler, tam takım arkadaşıdırlar, üstelik eğlencelidirler de...
Gidemeyeceği tatil için bile,saatlerce araştırma yapar; bilmek,öğrenmek ister.
Az ama öz yemek yapar, güzel masalar kurar. Peçetelikteki tek inci kaybolsa bile kafayı yer; Olmalıdır, yoksa masa bozulur
Derdini dert edinir dostunun,  şımartır, hoş tutar arkadaşlarını,dostlarını;bu yüzden hep arar gözler onu; "nerdesin sennn" en sık duyduğu cümledir, ama bunu bile utangaç bir mahcubiyetle karşılar.
Güldüğü kadar da ağlar; hep bir hüznü vardır kimsenin görmediği...Belki gece, belki de sohbet ederken... Gözyaşları o kadar alışmıştır ki akmaya; anlaşılmaz, kızarmaz bile o gülen gözler.. Zaten kimse tahmin bile edemez; "o şen şakrak kız mı ağlayacak" der geçerler. En kötüsü, farkedildiğinde bile, "esnedim" der geçer.
Moda bir burçsa,bu terazidir. Zevklidir, farklıdır,detaycıdır. El_ayak ojesi farklı bir terazi yoktur, olamaz.. Kışın bile, tırnakları düşse dahi, o ojeyi sürer.
Tabiki de her prenses gibi ev işinde süsleme bölümünde başarılıdır; Pembe bir elektrik süpürgesi verirseniz ev süpürür tabii o başka:) Teknolojiye düşmandır,işine yarayan kısmı yeterlidir gerisi vıdı vıdı dır...
Hani eli her işe yakışır derler ya; o terazi burcu içindir, bir hoşluk,bir espri katarken kendiliğinden..
Kendimi övmek için yazmıyorum bunları, sadece hep yanlış tanınıyoruz da, bilgilendirme mesajı gibi düşünün bunu.. Yanınızda bir terazi varsa sıkı sarılın, sevgisini zor gösteren bizlere el uzatın... Kazanan siz olacaksınız.

Deneme bir ki...

Yazabildim mi acaba diye kapatıp, açıp duruyorum..
Saygısızlık sanmayın sakın, klavyemin büyük harf kısmı kopmuş, yani saygı,sevgi, hürmet kısmını geçersem, daha anlamlı şeyler yazacağım,ama tuhaf bir duyguymuş. Sanki misafirliğe gelmişsiniz de bana, kendimi rezil olmama çabasında hissettim...

Manikürcü değil Yaşam Koçu..




Bir kadın için kuaför hayatın can damarlarından biridir..Hakikaten ne kadar güzelliğinize düşkünseniz, kuaförünüzün de o kadar sağlam karakterli olması gerekir. Misal fön çektiriyorsan, oje sürmek için para almayacak; Misal hep sıcak çayı olacak; Misal "ay yüzüne renk gelsin" diyerek bir allık sallayacak, ya da "hadi bir kalem çekeyim de,bir fıstık ol" diyecek. Bunlar zor değil; Eminönü'ndeki esnaf nasıl "buyur çayım var, sıcak" diyerek bağlıyorsa müşteriyi, bir kuaför de bunları yapacak.
Kadınlar zaten doğası gereği sadık varlıklar, bir de işin içine güzellik girdimi sadakat ciddi boyut değiştirip, aile kıvamına gelebiliyor.
Ben bu konuda çok şanslı olduğumu düşünüyorum,çünkü benim profil resimlerimi bile çeken bir kuaförüm var:)
Sinem ile tanışmamız tam bir tesadüf. Her mahallede olduğu gibi gidilen tek kuaförde çalışıyordu. Benim gitme sebebim ağda idi ve bir dönem hayatımı etkileyen sağlıklı yaşam planlarıma uymuyordu. O yüzden yılların değişmeyen ismi "çam sakızı" ağdayı alıp Sinem'e gittim. "Merhaba, ben Sir ağda kullanmıyorum yalnız" diyerek uzattım çam sakızı'nı! 'Arıza geldi!?' bakışını yedikten sonra, kutu kadar odaya girdim. Sinem elinde küçük piknik tüpü ve tencere ile girdi, ocağı yaktı ve tencerede ağdayı ısıtmaya koyuldu. Oda ufaktı, yanımda ocak vardı, daraldım ve Sinem beni o gün hem kendisi, hem de Sir ağda ile tanıştırdı
Tabi ki yaşadığımız maceraların bir bölümünde, ağda sırasında bayılmalarım vardı, hatta bir gün dayanamayıp,türbanlı dükkan sahibinin pardesüsünü giyip, elimde ayran ile ayılma seanslarım da olmadı değil.
Ama Sinem mecburmuş gibi hep nazlarımı çekti. Aşk hayatımda, iş hayatımda, aile sorunlarımda hep verdiği akıllar vardı. Baktım bir ara maniküre değil 'ben ne yapacağım şimdi' lere 2 simit alıp gidiyorum. Ama her sohbetin sonunda da "dur bi kakülünü düzelteyim, ojen de çıkmış,gel kalem çekelim" diyerek mis gibi uğurlardı beni ve "haber ver ne olduğunu" diyerek de nasihat ederdi.
Maceramız çok ama başlangıcımız böyleydi işte...